Mehmet | 21 | Boğaziçi Üniversitesi
(Senaryo atölyesi için yazmış olduğum bir ödevdi.)
Aralığın biri planlandığı gibi geldiğinde, akşam yedi civarında polis telsizlerinden bir anons duyuldu: “İbrahim Çatal’ın bir oğlu oldu.” Muhtemelen 46 kromozomlu olan çocuğun isminin Mehmet olduğuna önceden karar verilmişti bile, ancak onun sinir olacağı öyle bir olay olacaktı ki isminde, bunu her yerde dile getirecekti ileride. “Mehmet, her ne kadar H sessiz harfmiş gibi görünse de; H ile yazılıp okunanından” diyecekti tanıştığı insanlara. Çünkü insanlar genelde Memet, Mamet, Mağmet gibi şeyler kullanacaklardı. İsmini Mehmet koyup H’sini söylemeyen bir aileye sahipti, daha ne olsun ki? Doğumunun normal insanlardan farklı gerçekleşmesi, kendisini diğerlerinden daha farklı olduğuna inandırmıştı. On buçuk aylık iken dünyaya gelmişti Mehmet. Yerini sevdiği düşüncesini barındırmaktaydı üzerinde; ancak işin aslının annesinin yediği bir yoğurt türünün doğumu geciktirmesinden kaynaklandığını ilkokula gittiğinde öğrenmişti. İnsan ilkokulda neler öğreniyor.
Bir yaşında Ankara’ya taşınmışlardı. Sahip olmayı istemediği esmer tenine, daha kıvırcık olsaydı ya dediği siyah saçlarına ve ah biraz daha açık olsaydı dediği kahverengi gözlerine gün geçtikçe daha çok alışmaya başlamıştı. Üç yaşına geldiğinde okumayı sökmüştü. Bunda annesinin onunla fazlaca ilgilenmesinin büyük bir payı vardı. Çabuk ezberi ve kavrayışı, ilerideki tüm özel günlerde, törenlerde ve bilumum programlarda şiir okunacağı zaman herkesin ilk aklına gelen kişi olmasına yardımcıydı. Diğer çocuklara karşı küçük yaşından bu yana hep bir baskıcı, hep bir ben önde olayım, hep bir ben yöneteyim havası içerisindeydi. Beş yaşında, kendisinden iki yaş büyük olan kuzenine, ben yiyorum diyerekten zorla ve ağlata ağlata hamur yedirmesi, altı yaşında aile dostlarının çocuğuna “Annen ve babana bir şey yaptırmak istiyorsan ağla” diye öğütler vermesi, yedi yaşında oynadığı tüm oyunlarda kendi dediklerini yaptırmaya çalışması, on bir yaşında skeçler yazıp apartmandaki çocuklara oynatması birkaç örnekti. Biraz fazla hareketli bir yapısı vardı.
Üç yaşında annesinden habersiz evden çıkarak sokaklarla ben babamı arıyorum diyerek dolaşması, ardından babasının bir arkadaşının tesadüfen onu bulması ve eve getirmesi, annesinin “Oğlum ya araba çarpsaydı” sorusuna “Kaldırımdan yürüdüm anne” demesi ileride yapacağı işlerdeki garanticiliğinin bir göstergesiydi. Ana sınıfına başladığında dönem sonunda öğretmeni değişmişti. Bunu istemediği için ikinci gelen öğretmeni kendince protesto ediyor ve dediklerini yapmıyordu. Ancak bir süre sonra onun da iyi biri olduğunu anladı ve eski haline döndü. Birinci sınıfa başladığında ki bir yıl erken başlamıştı okula, öğretmeni onu ikinci sınıftan başlatmayı istedi. Çünkü zaten okuma ve yazmayı biliyordu. Diğer çocuklar sökene kadar sıkılacağını düşünmüştü. Ancak ailesi, bir yıl erken gönderdikleri için, bir de ikinci sınıftan başlatırlarsa kendinden iki yaş büyük kişilerle aynı sınıfta olacaktı ve kendini kötü hissetmesine neden olur diye kabul etmemişlerdi. Mehmet, bu yüzden ailesine kızıyordu. Bunu kullanmalıydılar.
Altı yaşında bir tarafı kırılmış taş bir duvarın üzerinde oturuyordu. Şaşırmış bir biçimde bakıyordu sallandırdığı ayaklarına. Önünden geçen arabalar ilgisini çekmiyor, onunla oynamak için gelen arkadaşlarına sırtını çeviriyordu. Uzun süre oturmuştu o duvarın üzerinde. Hayatında ilk defa hissetmediği bir şeyler hissediyordu. Bu yüzden dikkatini çekmiyordu diğer bütün olanlar. Hayatında ilk defa, insanların kalp dedikleri şeyin göğsünün sol tarafında atan bir organdan ibaret olmadığını öğrenmişti ve bu onun ilgisini çok çekmişti, şaşırmıştı. Oysa daha altı yaşındaydı ve dizlerinde dün oynadığı oyundan aldığı yaralar duruyordu, yüzünde dünyayı merak eden aptal ifadesi ve elinde küçük tasolarıyla altı yaşında bir çocuktu. Akşam ezanı okunduğunda eve gel diyen annesinin küçük evladı… Oysa o gün okulda, öğlen arası, öğretmeni, ona ve omuzlarına kadar uzanan düz, kahverengi saçlı kıza nöbetçi olmalarını söylemişti. Öğle arası olduğunda ve tüm arkadaşları sınıftan çıktığında Mehmet ve kız kalmışlardı sınıfta. Beslenme çantalarından yemeklerini çıkarmışlar, getirdikleri meyveleri masanın kenarına koymuşlardı. Orada paylaşılan yiyecekler değildi aslında, ilk defa âşık olmuştu o. Tabi anlamını bilmese de o zamanlar ve ondan sonra âşık olduğu kimseye onu sevdiğini söyleyememişti hiç. Üçüncü sınıfı bitirdiğinde Ankara’dan tayini çıktı babasının ve Aksaray’a taşındılar. Yeni çevre ve yeni arkadaşlar, onun için pek sıkıntı değildi diğerleriyle tanışmak. Çabuk kaynaşmıştı. Altıncı sınıfa geçtiğinde ilk tiyatro metnini yazdı. Apartmanın arka bahçesinde komşu teyzelere karşı oynatmıştı diğer apartman çocuklarına.
O zamanlar yazmaya merak sardı. Okuyordu ve yazmayı istiyordu, seviyordu. Diğerlerinden farklı olduğunu düşünüyordu ya hani küçükken, mesela okulda maç yapmayı sevmiyordu ve bu yüzden bazı zamanlar dalgaya alındığı oluyordu, sesinin inceliğini de, ama fazla takmamayı yeğliyordu o. Çünkü insanlar konuşur, konuşur ve konuşur. Aklında, ileride bir yazar, bir oyuncu ya da bir senarist olmak vardı. Ancak gönlünün bir yanı biyolojiye kaydığından genetik de ilgisini çekiyordu. Ortaokulda âşık olduğu kıza, doğruluk mu cesaretlilik mi oynarken arkadaşlarının baskısı ile sevdiğini söylemişti. Zavallı çocuk, karşılık alamamıştı. Bu ise onun bu konularda girişken olmasına daha fazla engel olmuştu. Fazla konuşuyordu, hatta öğretmeni ona ve çok konuştuğu bir arkadaşına susma cezası vermişti orta okulda. Tek ayaküstünde sınıfın bir köşesinde bekletse daha iyiydi ya. Susmak ona zor geldi. Susturulmak. Kafası ticarete iyi çalışıyordu. Eski oyuncaklarını ve kitaplarını kutuya doldurur ve apartmanın önüne geçerek onları satardı. Eski şeyler onun ne işine yarayacaktı ki? Ancak bazı eşyaların değerli olması onları hiç vermemesine yol açıyordu. Ayrıca kuzeni geldiği zaman bisikletini ve kaykayını alıyor, kaykayı bisiklete bağlıyor ve binmek isteyenlerden tur başına para alıyordu. Para olmayanların ise oyun kartlarını… Gece apartman önünde saklambaç oynadıklarında, sinir olduğu çocuk ebe olduğu zaman diğerlerini alıyor ve blokların arkasına geçip oradaki parka gidiyorlardı. Maksat ebe olan sinir çocuğun onları araması, bulamadığında eve gitmesini sağlamaktı. Her ne kadar ortaokul dönemleri daha çocuksu şeyler yaparak geçse de, lise onun için dönüm noktasıydı. Dokuzuncu sınıfta sessiz ve kendi âleminde bir liseli olarak geçiriyordu hayatını. Onuncu sınıfa geçtiğinde iki sınıf karıştırılmıştı ve sınıf hocası öğrencileri erkek erkeğe ve kız kıza oturtmuştu. Geriye Mehmet ve Mehmet’e yedinci sınıfta dershanede âşık olan kız kalmıştı. Sınıf hocası, yapacak bir şey yok diyerekten bu ikisini yan yana oturttu. İlk dönemler sıralar tekli olduğundan kız sırasını çekiyor ve Mehmet’le konuşmuyordu. Çünkü ona küstü. Çünkü Mehmet ona hep arkadaş gözü ile bakmıştı. Ancak günler ilerledikçe, diğer hocalar “bu iki öğrenci sıralarını değiştiriyor” diye şikâyette bulununca kız ve Mehmet beraber oturmaya başladılar. Dönem sonu geldiğinde ve karneler dağıtılırken sınıf hocası Mehmet ve kızı yanına çağırdı ve: “Sizi birleştirdiğim güne lanet ediyorum“ diyerek onlara sitem etti. Çünkü artık yakın iki arkadaşlardı ve fazlasıyla konuşuyorlardı. -Şimdi ikisi de İstanbul’da- Geri kalan üç yıl beraber oturdular. Mehmet onuncu sınıfta ilk romanını yazmıştı, aslında roman denmezdi, 80 sayfalık bir kitaptı ve sayılı bir biçimde bastırıp arkadaşlarına dağıtmıştı. O zamanlar ne kadar büyük geliyordu ona bu. Bilmiyordu ki 19 yaşına geldiğinde o kitabı alıp okuduğunda ne kadar saçmalayıp, ne kadar hatalar yaptığını görecekti. Utanacaktı. Ancak onun için bir gururdu. İlk kitap, yazarlık yolunda ilk adım. O günden sonra kısa hikâyeler yazmaya başladı. Kurgular oluşturuyor ve yazıyor. Yazdıklarını okuyanlar yazdıklarının bir sinema sahnesi gibi olduğunu söylemeleri üzerine kendini tiyatroya verdi.
11’inci sınıfta müdür yardımcısının odasına koşarak “Hocam kendimiz skeçler yazalım ve oynayalım” cümlesini söyledi. Onun için gerçek bir başlangıçtı. O günden sonra bir yıl boyunca ondan fazla tiyatro metni yazdı ve üç kez okulda gösterim yaptı. Ardından son sene, 12’inci sınıfta çok istek üzerine Belediye Tiyatro Salonunu kiraladılar ve tüm ile biletli bir biçimde gösteri yaptılar. “26.03.2010” onun hayatının en mutlu günlerinden birisi. Sekiz skeç oynandı o gece ve altısını Mehmet yazmıştı ve hepsinde kendisine rol ayırmıştı. Ardından aralarda şarkılar söyledi. Ne kadar gurur verici. İstediği yolda adım adım ilerliyordu, tabi yardım edenlerle birlikte. Lisedeki kimya hocası Buket hanıma ne kadar teşekkür etse azdı. Mehmet için lisede vaktin çoğu ÇAS (çok amaçlı salon)da geçiyordu. Müdür yardımcısı ona ve birkaç arkadaşına veriyordu oranın anahtarını sadece ve onlar orada şarkılar söyleyip, skeçler yazıp eğleniyorlardı. Ve bir daha asla unutmayacağı bir kıza aşık olmuştu o sahnede. İstediği şeyi yaptığı için mutluydu. Her işe elini atmak istiyordu bazen. Müzik grubu kurdular, müzikal yaptılar, daha niceleri. Son yıl tiyatro, yazı ve şarkı üçlüsüyle geçirdiği için hayatını, YGS-LYS de istediği sonucu alamadı. Tercih yapmamayı yeğledi ve o yaz babasının tayini Mersine çıktı. Bir yıl orada evden dershaneye, dershaneden eve gitti geldi. Okumayı ve yazmayı bırakmayarak.
du. Üniversite de yazı atölyelerine gitti, oradaki kişiler de yazdıklarının görselliği daha önde diyordu ve yazdıklarının güzel olduğunu söylüyorlardı, her ne kadar Mehmet buna inanmasa da. Ardından bir süre bir kanalda senaryo ekibinde yer aldı.. Hayatına çok şey kattığını düşündü o dönemin ve teşekkür edeceğin, minnet duyacağı birçok insanla tanışmıştı.
Yazıyordu ama okutmuyordu, insanlar anlamaz diyordu. Belki bu utangaçlığı yüzünden ne fırsatlar kaçırmıştı eskiden. Hardal isimli bir dergide yazarlık yapmakta. Mehmet şu an 21 yaşında. Geçmişine baktığında şunu da yapsaydım keşke diyecek çok az şeyi olduğuna inanıyor. Gelecekte ise nerede olacağını hala göremiyor ama ne istediğini biliyor. Onu elde edene kadar da yolunda gitmeye kararlı. Ah bir de ornitorenkleri seviyor ve New York ise onun için bir tutku. Justin Timberlake ise idol.
Çok güzel yazıyorsunuz, okurken kıskanmadım değil; hem yazılanı hem yazanı. İnsanın yüzünde sıcak bir gülümseme yaratıyor yazdıklarınız. Sizi bu satırlar çerçevesinde de olsa tanımak çok güzel.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim! :)
YanıtlaSil