27 Ocak 2017 Cuma

Senin 3 Büyük Korkun Ne?

Bir sene önce bu zamanlarda bir not defterine üç büyük korkumu yazdım ve kendime, bunları bir sene içerisinde aşacağıma dair meydan okudum. Bunu takip ettiğim bir YouTuber (Jack Innanen) yapmıştı ve ben de bir şans vermek istedim. Yazdığım üç büyük korkum şunlardı:

  1. Başarısızlık
  2. Sosyalleşme
  3. Ölüm

Çoğu zaman korkularımızı yenmemiz için bize önerilen şey; onlarla yüzyüze gelmemiz. Örümcek korkunuz varsa, bunu yenmek için bir örümceği elinize alabilir ve korkunuzla yüzleşebilirsiniz. Ama bazı korkular vardır ki onlarla yüzyüze gelmemiz pek de mümkün değil. Bu durumda yapabileceğimiz tek şey, onları kabul edip onlarla nasıl yaşayacağımız konusuda çareler üretmek.

İlk korkum başarısızlıktı. Bir şeylerde başarısız olmak, eksik hissetmeme neden oluyordu. Bu korkum yüzünden çoğu zaman bir işe başlamadan vazgeçiyordum. Hiç yapmamak, başarısız olmaktan daha iyi gibi görünüyordu. Başarısız olduğum zaman yetersiz olduğumu düşünüyordum. Evet, bir noktada doğruydu bu ama yeterli bir düzeye gelebilmek için bu yollardan geçmemiz gerekiyordu. Başarılı olacağımdan emin olduğum işleyere giriyordum sadece. Ve bu kendimi geliştirmeme engel oluyordu bir süre sonra. Bir yıl boyunca "Ben bunu yapamam." cümlesini kurmama kararı aldım. "Eğer üzerinde çalışırsam ben bunun üstesinden gelirim" demeye başladım. Evet bu zor oldu. Kimi zaman yine yapamam, başarısız olurum diye düşünüp bıraktığım da oldu ama kendimi bunu yapmamaya zorladım. Ve değişimi görmek gerçekten güzeldi. Bu değişim bir günde olan bir şey değildi. Hiçbir şey bir günde değişmeyecekti ve ben zamana bırakıp sabretmeye karar verdim. Aradan bir sene geçti. Tam anlamıyla bu korkumun üstesinden geldiğimi söyleyemem ama onunla yaşamayı öğrendim.

İkinci korkum sosyalleşmeydi. Her ne kadar dışa dönük biri gibi görünsem de aslında içe dönük bir insanım. Yeni insanlarla tanışmak benim için her zaman zor olmuştur. Bu zamana kadar beş altı il değiştirdim ve sürekli yeni bir çevre ile karşılaştım. Küçüklüğümden bu yana, eğer birisi ile anlaşabilmek istiyorsan onlara duymak istediklerini ver felsefesi ile yaşadım ve bu, zamanla yalan söyleme yeteneğimi geliştirdi. Evet bu kötü bir şey, bunun üstesinden gelmeye çalışıyorum ama böyleydi. Yeni bir çevreye girmek, yeni bir iş, bir parti, bir toplantı benim için büyük bir meydan okumaydı. Anksiyete ve panik atak geçmişimi de düşününce sosyal kaygı daha da artmıştı. Yine de geçen seneye göre bunun da üstesinden gelmek için elimden geleni yaptım. Duru ile "Sosyalleşme Challenge" bile yaptık ve bu ister inanın ister inanmayın benim için büyük bir şey. Daha çok partiye gittim, daha dışa dönük olmaya çalıştım ve dürüst olmak gerekirse bu bana çok iyi geldi.

Üçüncü korkum ölümdü. Küçüklüğümden bu yana ölüm en büyük korkum oldu benim. Bir gün şu an yaşadığım her şeyin birden bitecek olma fikri fazlasıyla korkutuyordu. Bir gün, sürekli gelişen ve devam eden dünyanın bir parçası olamama düşüncesi çoğu zaman uykularımın kaçmasına neden oluyordu. Mevsimleri yeniden yaşayamama, gökyüzüne tekrar bakamama, insanların beni unutacak olması, yeni filmler, yeni kitaplar, yeni şarkılar... Ve sonrasındaki o büyük karanlık, boşluk ve hiçlik. Ama ölüm hayatımızın bir parçası. Kaçınılmaz son. Bir gün hepimiz bunu deneyimleyeceğiz ve şu an nefes alabiliyorsam, bir şarkıya eşlik edebiliyorsam, sevdiklerimle takılabiliyorsam, ölümü düşünerek içinde bulunduğum anı mahvetmemem gerektiğini kabul ettim. Evet bir gün yok olacağım. Evet bir gün burada paylaştığım bu videolar da yok olacak, yazdığım yazılar, sınavdan aldığım düşük noklar, kalp kırıklıklarım ve insanlar beni unutacak ama ben şu an varım ve şu anı mükemmel kılmak için elimden geleni yapmalıyım. Yapmalıyız! Ölüm korkumu yenmedim ama onunla nasıl yaşamam gerektiğini öğrendim.

Peki sizlerin üç büyük korkusu ne? Bunları yorumlara yazın ve kendimize meydan okuyalım, bir sene sonra eğer hepimiz yine burada olursak o korkuları yenebilmiş miyiz ya da onlarla yaşamayı öğrenebilmiş miyiz bakalım. Çünkü biliyorum ki inanırsak bunu başarabiliriz, başarabilirsiniz. Ve son olarak; hayat güzel, hazır elinizde iken tadını çıkarın.

25 Ocak 2017 Çarşamba

Hem Erkeklere Hem Kadınlara Stil Önerileri



Bu zamana kadar birçok kez kıyafetlerim ve giyim tarzım ile ilgili güzel yorumlar aldım. Modayı takip eden birisi değilim, bu konuya çok fazla dikkat etmem. Instagram üzerinde Men Fashion sayfam falan da yok. Sadece bana uygun olduğunu, bana yakışacağını düşündüğüm şeyleri bir araya getirir ve giyerim. Ama bunları yaparken kendime göre uyduğum birkaç kuralım var tabi ve bunları da bir araya getirip bir blog yazısı yazmaya karar verdim. Bu birkaç öneri sadece erkekler için değil, kadınlar için de geçerli. Çünkü, tahminimce, fazlasıyla genel öneriler.

1. Eğer çok dikkat etmiyorsanız modaya, alacağınız kıyafetlerin renklerini koyu pastellerden seçin. Nasıl kombinlerseniz kombinleyin mutlaka birbiri ile güzel görünecektir. Beyaz ve siyah her zaman sizin dostunuz. Dolabınızda mutlaka beyaz ve siyaha önem verin. Hem günlük, hem resmi kullanabilirsiniz bu ikisini. ve neredeyse her şey ile kombinleyebilirsiniz. 


2. Nicelikten çok niteliğe önem verin. Çok fazla kıyafetim yok benim ama aldıklarımı, uzun süre giyebileceğim ve uzun süre dayanabilecek şeylerden seçiyorum. (Büyük al seneye de giyer felsefesinin bünyede yarattığı etki ☺) Üç yıldır kullandığım bir kazağım var, yine üç yıldır kullandığım bir polarım var. Dört yıldır kullandığım bir sırt çantam. Ve bunları hala giymekten zevk alıyorum. Hem neler ile kombinleyeceğimi biliyor, hem yeni alacağım şeyleri, onlarla nasıl gideceğini düşünerek alıyorum. Aslında bunu yapmamdaki bir neden de sanırım şu: ben bir şeyleri atmaya kıyamıyorum. Hepsinin birer anısı ve hatırası var ve onları yanımda taşımak mutlu ediyor. 

3. Kollarınızı katlayın. Bu bir tişört de olsa, bir gömlek de olsa mutlaka kollarınızı katlayın. Bana güvenin, gerçekten tüm havayı değiştirecek.

4. Küçük aksesuarlardan korkmayın. Bu küçük bir rozet olabilir, bir kolye olabilir, bir saat, bir bileklik, bir şapka olabilir. Mutlaka en az bir tanesini kullanın! (Fazla da abartıp, bijuteri vitrini gibi olmayın)

5. Aşırı şık giyinmekten hiçbir zaman korkmayın. Bununla çoğu kez karşılaştım. Birçok arkadaşım, dışarı çıkarken giyindikten sonra yanıma gelip "sence fazla mı oldu, değiştirsem mi" diye sordu ve her zaman onlara şık giyinmekten çekinme dedim. Çünkü bu her zaman güzel bir tepki alacak. Kötü yorum yapanlar da kıskandıkları için yapacaklar. Ayrıca illa ki bir şey eleştirilecekse onların, bu şekilde giyinmemesini eleştirelim. Kendini önemsiyor olman kötü bir şey değil çünkü. 

6. (ve en önemlisi) Kendinize neyin yakıştığını düşünüyorsanız ve neyin içinde kendinizi daha rahat hissediyorsanız onu giyin. Çünkü kurallar, yıkılmak için varlar.

Twitter: codymehmetcatal
Instagram: codymehmetcatal


21 Ocak 2017 Cumartesi

MOANA | Prenses Olmayan Bir Disney Prensesi

"Eğer bir elbise giyiyorsan ve bir evcil hayvanın varsa sen bir prensessin"
Moana ise bir prensesten daha fazlası olduğunu çok güzel bir şekilde anlattı. Ya da bir prensesin yeni tanımını yaptı! Hangisini kabul ederseniz.

2017 animasyon dünyası için yine mükemmel bir yıl olacak gibi görünüyor. Ve buna en güzel örnek de bugün yayına giren Moana! Bu sabah benim gibi büyük bir Disney hayranı olan kardeşim ile birlikte yeni Disney filmi olan Moana'yı izlemeye gittik sinemaya. 


Moana, yönetmenliğini John Musker ve Ron Clements'in yaptığı Amerikan yapımı bir animasyon filmi. Kelime anlamı "Derin Deniz" olan Moana, küçüklüğünden beri diğer çocuklarından farklı olarak büyüdü adada. Adanın yönetimini elinde tutan babası, geçmişte yaşadıkları sıkıntılar yüzünden adadan hiç kimsenin ayrılmasını, hiç kimsenin deniz ile çok da içli dışlı olmasını istemiyor ama Moana'yı deniz çağırıyordu. Hem de henüz küçük bir kız çocuğu olduğundan bu yana.

Filmle ilgili bir şey anlatmayacağım. Mutlaka gidip izlemeniz gereken, harika şarkıları, mükemmel bir kadrosu ve inanılmaz güzel mesajları bulunan bir film. Ben daha farklı bir yönden ele alacağım Moana'yı.

Disney, son zamanlarda ortaya çıkardıkları animasyonlarda prenseslere, bu zamana kadar yüklenen o belli başlı niteliklerin dışında özellikler yükleme başladı ve bu HARİKA bir şey! O mükemmel kişilik, yaratılıp ekranlara, çocukların karşısına koyulan, beyaz tenli, ipek gibi yumuşak, düz ve harika saçları olan ve bir Prens'e ihtiyaç duyan Prenses modeli yerini kendi ayakları üzerinde durabilen, farlı ten renklerindeki, farklı saç tiplerindeki kişilere bıraktı.

Evet, çoğunuzun bunun ne etkisi olacağını, alt tarafı bir çizgi film karakteri olduğunu söylediğini duyar gibiyim. Ancak, durum bundan daha fazlası. Ekranda, her şeyi ile mükemmel olan bir kadın figürü görüyordu kız çocuklarımız ve büyüdükçe onlar gibi olmak istemeleri kaçınılmaz bir son oluyordu. Üstelik bu zamana kadar gelen Prenseslerin mutlu olmak için, hayatta kalabilmek için bir Prense ihtiyaç duymaları, kızların diğerlerine olan bağımlılığını arttırıyordu. Beyaz tene sahip olma, düz saçlara sahip olma isteği, kız çocuklarına, büyüdükçe kendilerini değiştirmeleri gerektiğini, ancak bu yolla toplum tarafından kabul edilebileceklerini ve güzel olacaklarını düşündürüyordu. Bunu kendi kız kardeşimden biliyorum.  Hatta yakın zamanlarda DOVE markası bununla ilgili bir reklam filmi bile yaptı. Her 10 kız çocuğundan 6'sı, sahip olduğu kıvırcık saçtan memnun değil. Çünkü güzel olmadığını düşünüyor.



Bu onlarca örnekten sadece birisi. Bunun nedeni ne yazık ki bu zamana kadar karşımıza çıkartılan animasyon filmlerdi. Ancak Disney buna bir dur diyerek, önce herhangi bir erkeğe ihtiyaç duymayan Elsa'yı, ardından da yine kendi ayakları üzerinde durabilen, farklı renk tene ve farklı tip saça sahip Moana'yı yarattı. Karlar ülkesinde, sabah uyandığında, saçı başı biririne girmiş Anna'yı gördük. Moana'da sürekli yüzünün önüne gelen kıvırcık saçlarını gördük. Her ikisi de bir Prens'e ihtiyaç duymadan, yapmak istediklerini yapabileceklerini çok güzel bir şekilde anlattı.

Moana, her ne kadar film boyunca, zorlukların üstesinden gelebilmek için bir erkeğe (yarı tanrı olan Maou) ihtiyaç duyduğunu hissetse de sonunda görüyoruz ki kafaya koyduğu sürece hiç kimseye ihtiyaç duymadan istediği her şeyi yapabilir.

Animasyon dünyasında Disney, farklılığın kötü olmadığını, aksine bizi biz yaptığını göstermeye kararlı gibi görünüyor. Bir sonraki filmlerini sabırsızlıkla bekliyorum. Bu arada filmdeki bu şarkıya da fazlasıyla taktım!

16 Ocak 2017 Pazartesi

Liseden Mezun Olmadan Önce İzlemeniz Gereken 15 Film

Bir süredir aktif değildim buralarda ama bundan sonra düzenli olarak gönderi paylaşmaya devam edeceğim. O zaman tekrardan merhaba. Blog üzerinde yazılan yazılardan haberdar olmak için sağ tarafta bulunan "izleyiciler" kısmından takip edebilirsiniz beni. Uzun süredir film önerisi yapmam istendi. Ben de 15 filmlik bir liste hazırladım: "Liseden Mezun Olmadan Önce İzlemeniz Gereken Filmler" Hepsini seveceğinize eminim. Karakterimizin yeni yeni şekillenmeye başladığı lise dönemlerinde yaşadıklarımızı hiçbir zaman unutmuyoruz. Ama şu bir gerçek ki hepsini hepimiz yaşıyoruz. Keyifli izlemeler

1. The Perks of Being A Wallflower (Saksı Olmanın Faydaları)

Charlie isimli, içe dönük bir lise öğrencisinin arkadaş edinme ve aşık olma anılarını anlattığı, kitaptan uyarlanma bir film. Karakterimizin oluştuğu lise dönemlerinde belki çoğu zaman bazı şeyleri ilk kez yaşıyoruz. İlk kez gerçekten aşık oluyoruz, ilk kez ne olmak istediğimize karar veriyoruz, ilk kez ölümün gerçekten ne olduğunu hissediyoruz. 

“I think that if I ever have kids, and they are upset, I won't tell them that people are starving in China or anything like that because it wouldn't change the fact that they were upset. And even if somebody else has it much worse, that doesn't really change the fact that you have what you have.”
2. The Breakfast Club (Kahvaltı Kulübü)

Beş farklı karakter, bir oda ve birkaç saat. Farklılıkların aslında o kadar da farklı olmadığını çok güzel bir biçimde anlatan, karşıdakinin hikayelerini dinlediğin sürece ve hayata onun penceresinden bakabildiğin sürece aslında birbirimizden o kadar da farklı olmadığımızı anlatan bir Amerikan gençlik filmi. (Benim de favorilerimden birisi.) Aslında hepimiz biraz garibiz. Sadece bazılarımız bunu saklamada daha iyiler.


"We're all pretty bizarre. Some of us are just better at hiding it, that's all."
3. Ferris Bueller's Day Off (Ferris Bueller'la Bir Gün)

 En sevdiğim filmler listesinde yine üst sıralarda yer alan bir film. Ferris isimli bir lise öğrencisinin okulun bir günün asıp iki arkadaşı ile yaptıkları şeyleri anlatıyor. Ne yaparsa yapsın başı belaya girmeyen ve her şeyden kurtulan Ferris ve yaptıkları şeylerden tedirgin olup yapmak istemeyen ama yine de Ferris'i yalnız bırakmayan arkadaşı Cameron.


"I do have a test today, that wasn't bullshit. It's on European Socialism. I'm not European, nor do I plan on being European, so who gives a crap if they're socialists? It still wouldn't change the fact that I don't own a car!"
4. Stuck in Love (Aşkla Bağlı)


 İlk kez aşık olan birisi, aşktan canı yanan birisi ve canı yanmış, bunu düzeltmek isteyen birisi... Bu filmin içerisinde aradığınız her şeyi bulabilirsinir. Bunun alakalı yazımı da okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

"My biggest mistake was thinking you could fix me. Only I can fix me."






5. The Spectacular Now (Şu an Muhteşem) 

Geleceğe dair herhangi bir planı olmayan bir çocuk ile, bilim kurgu romanları seven, ve biraz içe dönük olan bir kızım bir sabah şans eseri karşılaşmaları ile başlayan güzel bir hikayenin anlatıldığı bir film. Şu an ileride ne olacağını bilmemenin aslında düşündüğün kadar kötü olmadığını gösteren ve yanında olan insanların seni zamanla şekillendirdiğini gördüğümüz bir film.


"The best thing about now, is that there's another one tomorrow."
6. It’s Kind of a Funny Story (Bir Çeşit Komik Hikaye)


Hayatı istediği gitmeyen ve olumsuzluklar yüzünden depresyona girmiş olan Craig isimli genç, tüm çabalara rağmen bundan kurtulamaz ve sonunda yetişkin insanların bulunduğu bir psikiyatri kliniğinde yardım almaya başlar. Burada, herşeye yeni bir başlangıç yapacağını düşünen genç adamın, ortamdaki ilginç ve eğlenceli tiplerle tanışınca düşünceleri değişir.
Yine kitaptan uyarlanan bir film.


“I didn't want to wake up. I was having a much better time asleep. And that's really sad. It was almost like a reverse nightmare, like when you wake up from a nightmare you're so relieved. I woke up into a nightmare.”
7. The Fault in Our Stars (Aynı Yıldızın Altında)

İki genç, kanseri mercek altına alan bir destek grubunda bir araya gelirler ve burada tanışırlar. Gus, bir protez bacağa sahiptir ve bununla dalga geçen bir erkektir, Hazel ise oksijen aletine bağlı yaşamaya mahkum bir kızdır. Bu ilginç tanışma sonrasında büyük bir aşk başlar.
Evet kulağa çok cheesy bir gençlik filmi gibi geliyor ama izlemelisiniz mutlaka! 


“Sometimes, you read a book and it fills you with this weird evangelical zeal, and you become convinced that the shattered world will never be put back together unless and until all living humans read the book.”

8. Paper Towns (Kağıttan Kentler) 



Ortadan kaybolan bir kız. Onu bulmak için ipuçlarını takip eden bir arkadaşı. Ardından bunun aşka dönüşen hikayesi. Yine The Fault in Our Stars kitabının yazarından filme uyarlanan bir film.

“That's always seemed so ridiculous to me, that people want to be around someone because they're pretty. It's like picking your breakfeast cereals based on color instead of taste.”
9. Ben, Earl Ve Ölen Kız / Me and Earl and the Dying Girl

17 yaşındaki Greg Gaines'ın sosyalleşmeyle ilgili sorunları vardır, lise hayatını mümkün olduğunca görünmez bir tip olarak geçirmeyi planlamaktadır. Ancak annesinin hiç de bu durumu kabullenmeye niyeti yoktur. Annesi Greg'in yakın zamanda kanser teşhisi konulan sınıf arkadaşı Rachel ile arkadaşlık kurmasını istemektedir. Greg annesinin bu teklifini isteksizce kabul etmek zorunda kalır ve böylece iki genç arasında hayal bile edemeyecekleri bir dostluk başlar.


“It's like when a kitten tries to bite something to death. The kitten clearly has the cold-blooded murderous instinct of a predator, but at the same time, it's this cute little kitten, and all you want to do is stuff it in a shoebox and shoot a video of it for grandmas to watch on YouTube.”
10. Charlie Bartlett - Charlie İş Başında

Zengin bir burjuva ailesinin şımarık oğlu Charlie, özel okulundan atılıp devlet okuluna verilince, bu yeni başladığı lisede de, doğası gereği uyum zorluğu çeker. Ancak, zamanla sosyal hiyerarşiyi öğrenmeye başladıkça, olumlu davranışları sayesinde okulun öğrencileri için psikiyatrlık yapmaya başlamıştır. Arkadaşlarına yardım ederken onlara verdiği tavsiyelerle kendisine de yardımcı olacak, kendini yeniden tanıyacaktır. Girişimci ruhu ve zekası Charlie'nin hayatını değiştirecektir.
"My name is Charlie Bartlett. If there's one thing I want you guys to walk away with tonight... uh, it's that you guys don't need me. I really mean it. You think I'm any less screwed up than you are? I get up every morning, and I look in the mirror, and I try and figure out just where I fit in. And I draw a complete blank. You guys are looking to me to tell you what to do? You need to stop listening to me. Stop listening to people telling you who you should be! And stop listening to the people who are telling you you're not good enough to do the things that you want to do. You guys have all the answers."
11. The Art of Getting By (Aşk Ödevi)

Kaderci genç George Zinavoy (Freddie Highmore) hayatta idare etme üzerine usta olmuştur. Gerçekte, George pratikte bunu bir yaşam sanatı tarzına döndürmüştür. Fakat George güzel ve karmaşık bir kız olan Sally ile tanışınca, karşısında içindeki miskin dünyayı tam tersine çeviren bir kafa dengi bulur. Onların bu tuhaf ve beklenmedik aşkı George’ya ilham vererek, ona düşünülmeyecek olan şeyi yaptırır.

"I read a quote once when I was a kid "We live alone, We die alone. Everything else is just an illusion." it used to keep me up at night."

12. The way way back (Geri Dönüş Yolu)

Geri Dönüş Yolu izle, Geri Dönüş Yolu full izle, Geri Dönüş Yolu türkçe dublaj izle, Geri Dönüş Yolu hd izle, Duncan daha henüz 4 yaşlarında çocuktur ve oldukça içine kapanık bir yapısı vardır. Bir gün ailesi ile tatile gideceklerdir ve bu tatilde sevgilisi ve onun babasıda olacaktır. Gittikleri yer oldukça güzel ve su parkı bulunan bir yerdir. Owen oranın park müdürüdür ve onunla Duncan güzel bir arkadaşlık kurmuş ve iletişim sorunun birazda olsa aşmıştır. Bu tatil hayat hakkında ona çok şey ögretecektir.


13. About a Boy (Bir Erkek Hakkında)

Will Freeman herhangi bir ideali olmadan yaşayan, parası ve lüks bir evi olan yakışıklı bir adamdır. Babasının yıllar önce Christmas için bestelediği bir şarkının telif gelirleri ile hayatını sürdüren Will'in hayatı, boşanmış kadınları tavlamak için gittiği bir toplantıda tanıştığı bir çocukla değişir. Will bu çocuk sayesinde olgun olmayan tavırlarından uzaklaşıp, büyümüş bir adam gibi hareket etmeye başlayacaktır.

"I wanna be with her more, I wanna be with her all the time, and I wanna tell her things I don't even tell you or mum. And I don't want her to have another boyfriend. I suppose if I could have all those things, I wouldn't really mind if I touched her or not."
14. Easy A (Adı Çıkmış)

Romantik komedi tarzındaki filmlerden hoşlanıyorsanız kesinlikle Adı Çıkmış izlemelisiniz. 2010 yılında gösterime giren filmin süresi 92 dakikadır. Filme getirilen eleştirilerin başında süresinin kısalığı gelse de filmin sinemalar.com puanı 10 puan üzerinden 7,7 puandır. Küçük bir yalanın tüm okula yayılması sonucu gerçekleşen olayları izleyeceğiniz eğlenceli bir film.



"Welcome. This is where the magic happens. And as we all know, by “magic” I mean “nothing.”
15. Struck by Lightning (İlham Perisi)


Bir genç okuduğu ve yaşadığı yeri insanların aptallıklarından dolayı terkedip New Yorka taşınabilmeyi hayal eder. Orada üniversite okumayı düşünmektedir. Alkolik annesinden de kurtulmak ister bu yüzden para biriktirmesi gerekir. Para bulabilmek için arkadaşlarına şantaj yapmaya başlar.


Ben Y Jenerasyonundayım

Ben Y jenerasyonundanım. Diğer adı ile millennials. Yani 1980 ve 2000 yılları arasında doğan jenerasyon ve bizden önceki jenerasyonların hakkımızdaki kötü ve yanlış yorumlarından sıkıldım.
Yapıklarım adına bir önceki jenerasyondan özür dilemeyeceğim.

Onlara göre Y jenerasyonu tembel, bencil, teknolojiye bağımlı, egoist ve hiçbir şey yapmadan milyoner olmak isteyen bir jenerasyon. Peki bu bizim suçumuz mu?

Biz yaratmadığımız bir durumun içine sürüklendik. Küçükken bize hep “Ne istersen olabilirsin ne yapmak istersen yapabilirsin” dendi ama sonra bunun o kadar da doğru olmadığını gördük. Çünkü asıl bir önceki jenerasyon yapmak istediklerini yaptılar zaten. Bize ise geriye kalan parasız stajlar, okul ihtiyaçlarını karşılamak için saati 6 liralık part-time çalışmalar, berbat bir ekonomi ve küresel ısınma gibi şeyleri bıraktılar.

Bunları biz yaratmadık. Bize verildiler ve bizden bunları düzeltmemizi istiyorlar. Küresel ısınma bizim suçumuz değil ama bizim değiştirmemizi istiyorlar, tonlarca para yatırılan savaşları biz başlatmadık ama bizden bitirmemizi bekliyorlar. Elimizden gelenleri yapıyoruz, bozulan ekonomiyi düzeltme, küresel ısınmayı yok etme, ırkçılığı ortadan kaldırma, seksizmi ortadan kaldırma… Ama hey, telefonumda çok vakit geçiriyorum değil mi! Peki neden geçiriyorum biliyor musunuz? En baştan başlayacağım.

Bir işe ihtiyacım var hayatımı devam ettirebilmem için. Bunun için bir diplomaya, diploma için bir üniversiteye gitmem gerekiyor ve okul masraflarımı karşılamak için part-time bir işte çalışmam gerekiyor. Neden mi? Çünkü batırdığınız ekonomide çift maaş giren bir ev bile zor geçiniyor artık. Üniversiteye girmek için bir sınav koyuluyor önüme, hem de BÜTÜN derslerden. İlgi alanım olmayan dersin sorusunu bile çözmem gerekiyor. Diplomayı aldım. Ama o da ne, bir işe başvurmam için en az 3 yıllık deneyim mi istiyorlar? Bunu isteyen kim? Tek bir yabancı dil bile bilmeyen kişiler. Kimden istiyor, en az iki yabancı dil bilen benim jenerasyonumdan. Üniversite döneminde, bana hiçbir şey katmayan ve ayak işlerini yapıp zamanımı boşa harcadığım parasız stajlar da işe yaramıyor anlaşılan. Neyse ki geri kalan boş zamanımdan da fedakârlık edip başka işlere girmişim. Bu arada telefonumda çok takılıyordum değil mi? Gündem artık kâğıt üzerinden takip edilmiyor. Ama bunu “Nasıl e-mail göndereceğim” diyen patronuma anlatmam için önce mail adresinin ne olduğundan bahsetmem gerekiyor sanırım. Telefonumda çok vakit geçiriyorum, çünkü benim gibi gününün 12 saatini okul, part-time iş, staj, sınavlar ile geçiren ve buna rağmen istediklerini elde edemeyen arkadaşımın son paylaştığı instagram fotorğafının altına kalpli emoji koymam gerekiyor. Buna ihtiyacı var. Çünkü depresyonda, panik atağı ve ansiyetesi var ve suçlu kim? Bir düşünelim.
Irkçılıktan, kölelikten, sınıf ayrımında, cinsiyetçi ayrımdan şikayetçi olup düzeltmek için elimizden geleni yapıyoruz, bizden önceki jenerasyon ise “Y jenerasyonu çok şey isteyip, hiçbir şey yapmıyor" diyor. Siyahileri köleleştiren sizlerdiniz, kadınları ikinci sınıf vatandaş statüsüne koyan sizlerdiniz, ekonomiyi batıran, savaşları başlatan sizlerdiniz…

Ama yine de bizim jenerasyon bir şeylerden fedakârlık etmesi gerekiyor hala değil mi ki bir üst jenerasyon kendini iyi hissetsin.

Bu arada parayı savaşa yatırmak yerine eğitime ve yeni iş alanlarına yatırsanız bu bizler için daha güzel olur. Batırdığınız ekonomide iş bulmak için birbirimizi öldürmemize de gerek kalmazdı en azından.

Ben Y jenerasyonundanım ve ben sizin betimlediğiniz o tanıma girmiyorum ve kendi kafanızda kurup bana verdiğiniz sıfat yüzünden de özür dilemiyorum.

Yorumlar