15 Şubat 2014 Cumartesi

Youtubers

Size ilk gönderdiğim yazıda iki seçenek vardı önümde demiştim 2014 için; ya bir youtube kanalı açmak ya da yeni bir blog ile yola devam etmek ve blog daha kolay geldiği için bu yolu seçtim. Uzun zamandır youtube üzerinden takip ettiğim kişiler ile ilgili bir yazı yazmak istedim. Belki ilginizi çeker ve siz de takip edersiniz. 
"Youtubers" ya da "Youtube Personalities" youtube üzerinden yaptıkları video paylaşımları ile popüler olan bir grup insan. Hatta, abone sayısı arttıkça sponsor şirketlerle anlaşarak, paylaştıkları videolarda o şirketin reklamını yaparak para kazanan ve birbirleri ile iletişim halinde olan vlog (video blog) sahipleri. Türkiye’de youtube sosyal ağı video blog kültürüne biraz uzak. Ancak, gazetelerin sanat ve kültür köşe yazılarında bile siyasetin konuşulduğu bir ülkeden sanırım fazla bir şey beklememek gerekiyor bu konuda. Demek istediğim yediden yetmişe herkesin siyaset ve spor (spor değil bunu futbol olarak söyleyeceğim) hakkında söyleyecek şeyi varken edebiyat, sanat, kültür, diğer spor dalları konusunda pek de söze sahip olmaması ülkenin bir noktada ilerlemesini de engelliyor. "Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözünü hatırlarsınız sanırım. Şu sıralar unutturulmaya çalışan ama unutulması imkansız olan birisine ait. Her neyse konuma dönüyorum. Bu başlığı iki grup altında inceleyeceğim, Amerikan ve İngiliz youtuberlar olarak.  (Belirtecek olacaklarım benim takip ettiklerim, bunun dışında olanlardan pek haberim yok)
Amerikan Youtubers
  • DailyGrace - En sevdiğim Amerikan youtuberlardan ilki! Asıl adı Grace Helbig (ve şu an yeni bir kanal ile yoluna devam etmek zorunda kaldı sözleşme yüzünden). 21 Eylül 1985 günü New Jersey’de dünyaya geldi. İlk olarak my damn channel web serilerinden dailygrace olarak başladı ve ardından youtube hesabı açarak youtube üzerinden haftanın beş günü birer video yayını yaparak devam ediyor. Youtube macerası onun önünü fazlasıyla açtı ki birkaç ay önce ilk sinema filmini tamamladı. Onun dışında birçok filmde rol aldı ve birçok dalda ödül sahibi oldu. Her gün ayrı bir tema. Pazartesi günü karışık, salı günü takipçilerinin sorularını yanıtlayıp onlara yorum yapıyor, çarşamba takipçilerin seçtiği bir konu hakkında konuşuyor, perşembe bir şeyi nasıl yapılacağını anlatıyor, cuma seks ve erkek kadın ilişkilerinden bahsediyor. Seveceğinize eminim.
Örnek Vlog
Örnek Vlog
  • Tyler Oakley - 22 Mart 1989 Michigan doğumlu Tyler 2007 yılında youtube üzerinden video paylaşımına başlıyor ve şu an 3 küsür milyon abone ile youtuberlar arasında popülerliğini üst sıralarda tutuyor. 
Örnek Vlog
British Youtubers
  • MoreZoella- Youtube üzerinden yayın yaptığı ana kanalı (Zoella) moda, makyaj ve kızların ilgisini çekecek şeylerle dolu olan Zoe Sugg takip ettiğim MoreZoella kanalında diğer youtuberlar ile birlikte yapmış olduğu gezileri, röportajları ve diğer saçmalıkların bulunduğu her iki güne bir yayın yapan British Youtuberlardan birisi. 28 Mart 1990 yılında dünyaya geldi ve youtube kanalını 2009 yılında açtı ve 1 Aralık 2013 yılında 3 milyon abone ile youtuberlar arasında yerini üst sıralara çıkardı. Aynı zamanda en iyi vlogger dalında ödüller aldı. Joe adında bir kardeşi var ve kardeşinin de 1 milyona yakın abonesinin bulunduğu bir youtube kanalı var.
Örnek Vlog
  • ThatcherJoe - MoreZoella kanalı sahibi Zoe’nin kardeşi olan Joe 8 Eylül 1991 yılında dünyaya geldi. Ablasının yolundan giderek bir youtuber oldu ve şu an 1 milyon küsür abonesinin bulunduğu kanalda birer hafta ara ile video yayınlamakta. Ayrıca vlogların bulunduğu ThatcherJoeVlogs adından farklı bir hesabı mevcut her iki güne bir güncellediği.
Örnek Vlog
  • Jim Chapman - Zoe ve Joe sayesinde keşfettiğim bir diğer British (neden Türkçe’sini yazmıyorsun diye sorarsanız, büyük i harfini sevmiyorum nedense) youtuberlardan birisi. Tam emin değilim ama başka bir British youtuber olan  Tanya Burr'ün sevgilisi.
Örnek Vlog
  • Marcus Butler - Her cuma günü bir video paylaşan bir diğer British Youtuber. 2 milyona yakın abonesi bulunmakta.
Örnek Vlog

14 Şubat 2014 Cuma

Bir erkeğin sahip olması gereken en temel kıyafetler

Merhaba.

Bir film değerlendirmesi ile başladım bloguma. Sanırım bu işi seveceğim ve güzel bir sayfa oluşacak gibi görünüyor. Kitap, film ve mekan değerlendirmelerinin yanında ara sıra erkekler için kıyafet, dış görünüş önerilerinde bulunacağım. Modayı yakından takip eden birisi değilim ama düzenli biçimde bununla ilgili sayfalarda dolaşır, fikir edinirim. Kızları etkilemenin başlıca yollarından birisi dış görünüş, onların ne kadar da dikkatli yaratıklar olduğunu az çok biliyorsunuz. 

Bu gönderide, kendime göre, her erkeğin gardırobunda bulunması gereken birkaç parça şeyi yazacağım. Hiçbir şey almadan önce elinizde bunların olduğundan emin olun, gerisi kendiliğinden gelecektir. O zaman ilk olarak beyaz bir t-shirt ile başlıyorum. "Benim zaten bir sürü beyaz t-shirtüm var" deyip konuyu kapatmayın. Bu dolabınızda bulunan, gece yatarken giydiğiniz t-shirtlerden farklı. Temelde elinizde bulunan her şey ile gidebilecek bir kıyafet. Ancak üzerinde bir cep olmasına dikkat edin. Yoksa insanlar iç çamaşırınız ile dışarı çıktığınızı düşünebilir. Koyu renk bir kot ile, üzerine giyilen bir blazer ceket ya da deri ceket ile, yaz aylarında renkli bir şort ile... Anlayacağınız her şey ile uyumlu bir araç. Yazın, sadeliği üzerinden atmak için bir kolye ile de kullanılabilir. Ne zaman sararmaya başlarsa o zaman yeni bir tane almanın vakti geldiğini anlarsınız. Ardından bir beyaz uzun kollu gömlek ile devam edeceğim. Hepimizin aklına beyaz gömlek denildiğinde lise formaları aklına gelse de yine birçok şeyle rahatla kombin yapabileceğimiz bir kıyafet. Ardından gri tonlarında yuvarlak yaka ince bir sweatshirt. Her ne kadar t-shirt için v yakayı önersem de bunun için yuvarlak bisiklet yaka daha uygun olacak. Yukarıda dediğim beyaz gömleğin üzerine, hava ilk bahar aylarındaki gibi ise bir şort ile rahatlıkla giyilebilir. 

Ceketlere geçecek olursak, mutlaka bir adet navy blazer ve bir adet tweed herringbone blazer bulunmalı bir dolapta. Gayet basit bir gündelik kıyafet üzerine giyerek size hoş bir görüntü verir. Bunun yanında deri bir ceket ya da kot bir cekete hayır denmez. Deri ceketi yukarıda söylediğim ince sweat üzerine, beyaz t-shirt ya da beyaz gömlek üzerine rahatlıkla kullanabilirsiniz. Yine deri ceketinizi elinizde bulunan koyu renk bir pantolon ile birlikte giyebilirsiniz. Ayrıca mutlaka içerisinde farklı renklerin bulunduğu kareli gömlekler olmalı, fazla canlı renklerin göz önünde olmadığı gömlekler ve tabi ki bir adet kot gömlek. Açık renk kot gömlek, krem rengi bir pantolon ve üzerine kahverengi bir kemer ile güzel  bir görünüm sağlayacaktır. 


Pantolon seçiminde ise, bulunması gereken ilk şey kotlar. Koyu renk bir kot, belki siyah elinizde bulunan her şey ile uyum sağlayacaktır. Ancak bunlarının yanında mutlaka ve mutlaka farklı renkte bir pantolon olmalı. Bordo gibi, yeşil gibi. Kendinizi içinde rahat hissedeceğiniz gündelik kıyafetler ile hoş bir görünüm kazanmak kolay. Sadece onları nasıl bir araya getireceğinizi bilmelisiniz. Her erkeğin dolabında bulunması gereken başlıca ana kıyafetler bunlar.


Bir sonraki gönderide görüşmek üzere.


The Spectacular Now



Orijinal Adı: “The Spectacular Now ”
Yapımcı Ülkesi (Country): ABD
Yapım Yılı ve Gösterim Tarihi: 2013 – 13 Eylül 2013 (ABD)
Türü: Romantik, Gençlik, Dram
Yönetmen: James Ponsoldt
Senarist: Scott Neustadter
Başrollerde: Miles Teller, Shailene Woodley, Kyle Chandler
Süresi: 92 dakika
IMDB Puanı: 7.5
Benim Puanım: 8.7



"It's fine to live in the now. But the best thing about now is that there's another one tomorrow."

(Elimden geldiğince spoiler vermeden değerlendirdim ve biliyorum cumartesi günleri film değerlendirme günleri ama biz onu cuma ya da cumartesi yapalım daha hoş olur.)
"Bilmiyorum." O kadar derinden vurmuştu ki bu kelime filmi izlerken ilk duyduğumda. Oysa bakışlardaki korku neler olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bulunduğumuz an, içinde bulunduğumuz an hayatımızın geri kalanının en genç yaşı ve biz zaman ilerledikçe geçmişte nasıl hissettiğimizi unutuyoruz. Yirmi yaşına girdiğimizde artık, on dokuz yaşın nasıl hissettirdiğini düşünmüyoruz. Olmayı istemediğimiz şeye dönüştüğümüzü gördükçe geleceğe dair olan umutlarımız birer birer sönüyor. Size ilk gönderimde demiştim ya hani, beni zamanla daha iyi tanıyacaksınız diye, işte bunlar okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler sayesinde olacak. Kendimi onları size anlatırken açacağım.

Her ne kadar filmin başında kendimi Sutter'dan çok uzakta görsem de, dakikalar ilerledikçe aslında beni izlemeye başladığımı fark ettim. Düşüncelerindeki kararsızlık, etrafında bulunan insanların yavaş yavaş olgunlaşmaya başlaması ve gelecek hakkında kaygılanmaya başlaması, gelecek hakkında planlar oluşturması ve bunun karşısında Sutter'ın ağzından çıkan tek bir kelime "bilmiyorum" ne kadar da beni anlatıyor dedim. Tamam konuyu bana çevirmeden filmi değerlendirmeye başlıyorum.

Sutter Keely on sekiz yaşında lise son sınıf öğrencisi. Türkiye'de fazla alışık olmadığımız ama izlediğimiz Amerikan yapımı filmlerden fazlasıyla aşina olduğumuz bir karakter. Okulun sevilen kişilerinden, partilerin can damarı (kendi tabiriyle) anı yaşamayı kendine felsefe edinmiş bir kişi. Taki düşünceleri, bir sabah tanımadığı birinin evinin bahçesinde bir kız tarafından uyandırılarak değişene kadar, Aimee  Finicky. Sutter'ın tam tersi olan bu kız ile kimimizin tabiri "kader" sonucu tanışmışlardı o sabah. Annesinin yaptığı gazete dağıtma işini üstlenmiş olan Aimee bulmuştu Sutter'ı geceden kalma halde, bir halde bahçenin ortasında ve Sutter için asıl macera buradan sonra başlıyordu.

Yazının başında bahsettiğim, olmayı istemediğimiz kişiye zamanla dönüşmek düşüncesi o kadar hakim ki filme, Aimee ile karşılaştığı sabah eve döndüğünde Sutter, annesi "Sometimes you remind me so much of your dad. (Bazen fazlasıyla babanı hatırlatıyorsun bana)" dediğinde yüzünü alan ifade ve gözlerini devirmesi her ne kadar babasını hatırlamıyor olsa da çevresinden aldığı izlenim sonucu pek de iç açıcı olmadığını biliyordu onun. Sutter, hayatta herkesin bir şeye sahip olduğunu düşünen tiplerden. Onun için birisi okulun en zenginidir, birisi en popüleri, birisi en sıkıcısı, birisi okçusu... Herkesin "bir şey"i vardır. Bir öğlen Aimee ile aralarında geçen muhabbet Sutter'ın yavaş yavaş yaşadığı hayatı sorgulamaya itmeye başlıyordu. 
Sutter: What's the story about you? (Senin hikayen ne?)
Aimee: About me? (Benim?)
Sutter: Yeah. (Evet)
Aimee: I don't really have any stories. (Benim pek hikayem yok.)
Sutter: But everyone's got a story. What's your thing? (Ama herkesin bir hikayesi vardır. Peki olayın ne?)
Aimee: I don't know, I'd like to think that there is more to a person than just one thing. (Bilmiyorum. Bir insanın birden çok şeyi olduğunu düşünüyorum.)
Sutter çalıştığı yerdeki patronu baba modelinde canlanıyor gözünde. Bir bölümde adamın Sutter'a "Seni durağanlıktan kurtaracak kişi olduğunu düşünmüştüm." dedikten sonra Sutter'ın hayatım pek de durağan değil lafına gülmesi fazla manidardı. Sanki yaşadığı hayatın, kendince beşinci viteste yaşadığı hayatın aslında durağanlık olduğunu ve gerçek şeylerin lise bittikten sonra başlayacağını biliyorcasına ve bu yollardan aynı şekilde geçmişçesine bir gülümseme. 

Sutter alkole kendini fazla kaptırıyor. Eski sevgilisi, onu terk eden Cassidy'i unutmak adına Aimee ile yakınlaşmaya başlıyor ama arkadaşına, aralarında bir şey olmayacağını söylüyor sürekli. Derslerden aldığı kötü notlar sonucunda Aimee'den onu çalıştırması için yardım istiyor ve birlikte çalışmaya başlıyorlar. Bu kısım filmin favori bölümlerinden birisi benim için. Bana göre birisini odana almak ona sırlarını açıklamak gibidir. Çünkü seni tamamıyla yansıtır odan. Türkçede de bir söz vardır ya, aslan yattığı yerden belli olur diye, o hesap. Aimee çok okuyan bir kızdır, sakin, bu yaşına kadar hiç sevgilisi olmayan, Amerikan gençlik filmlerinde görmeye alışık olmadığımız bir karakter. Okuduğu bilim kurgu çizgi romanlarından birinin içindeki karakteri çok seviyor ve onun resmini yapıp duvarına asıyor. Sutter'a bunun çok aptalca olduğunu söylediğinde onun verdiği cevap şimdiki gençler için en güzel öğüt bence. Birine benzemek yerine ne kadar aptal olursa olsun kendi sevdiğini yapmak yeni düşünceler katar dünyaya. "That's not stupid if you like it. (Eğer sen seviyorsan bu aptalca değil.)" Ardından ders çalışmaya başladıklarında istisnasız tüm lise öğrencilerinin yakınmalarını görüyoruz filmde. Bu benim işime ne yarayacak ki, kim gerçek hayatta üçgenin iç açılarını bilmek zorunda olsun ki?

Film ilerledikçe Sutter'ın Aimee hakkında düşünceleri değişiyor ama Cassidy'nin mesajları karşısında onu unutmadığını düşünüyor. Ancak Cassidy'nin gelecek hakkında yaptığı konuşma sonrasında yollarının tamamen ayrıldığını anlıyor. O anı yaşamayı düşünürken Cassidy gelecekten bahsediyor, kaygılarından, iyi bir hayatı olmasından. Bana göre filmin dönüm noktası bu, en azından Sutter'ın düşünce yönünden çöküntüye uğradığı nokta. Bu konuşmadan sonra Cassidy'nin yeni sevgilisi Markus, Sutter ile konuşmaya geliyor. Ona, nasıl onun gibi olacağını ve Cassidy'nin onu nasıl Sutter gibi sevebileceğini. Markus fazlasıyla başarılı bir karakter ve geleceği parlak olan bir öğrenci. Sutter onun içini rahatlatan şeyler söyledikten sonra Markus'un söylediği bir cümle kaldırması o kadar zor ki, aynı cümleyi duyduğum için emin bir şekilde söylüyorum bunu. "Herkesin düşündüğü gibi boş birisi değilsin." 

Sutter kendi kişiliğini bulmaya çalışırken bir yandan babası ile görüşmesini istemeyen annesine karşı geliyor ve babası ile görüşüyor. Umduğu gibi birisi çıkmaması üzerine aslında ne kadar da çok ona benzediğini fark ediyor. Bu kısma kadar filmi anlatmış gibi oldum mu bilmem ama önemli spoiler vermemeye çalıştım. Bundan sonrasını anlatmayacağım çünkü spoiler içerebilir sadece söylemek istediğim şu, her ne kadar izleyen bir kişi, gençlik aşk ve aile hayatı olarak algılasa da filmi bana göre kişilik oturmasından ibaret. Bana göre, hayatı gerçekten anlayan kişilerin asıl olmak istedikleri kişiden uzaklaşıp olmak istemediklerine doğru yöneldiğini gösteren bir film. Nedeni ise hiçbir zaman oraya ulaşamayacağını düşünmesi ama hayat hiçbir şey için geç değil. Başkalarına verdiği akıllıca öğütleri kendi için kullanmayan bir karakter önümüzdeki ve bir akşam yemediğinde Aimee'nin söylediği bir söz ile bitiriyorum değerlendirmeyi. "It's good to have dreams."

Sevdiğim Cümleler
  • I'd like to think that there is more to a person than just one thing.
  • That's not stupid if you like it.
  • The best thing about now, is that there's another one tomorrow.
  • Once you've actually talked to her, you see who she is.
  • It's good to have dreams.

13 Şubat 2014 Perşembe

Merhaba

Şu sıralar fazla bağımlısı olduğum bir şarkı eşliğinde yazıyorum bunu. Jake Bugg - Broken

Mehmet ben. Eğer yukarıda bulunan 'hakkımda' kısmını okuduysanız kim olduğumu fazlasıyla iyi biliyorsunuz. Yeni yıla girerken çoğu insan gibi ben de birkaç 'karar' ile girdim. Bunlardan birisi ya youtube kanalı açmak ya da yeni bir blog ile yoluma devam etmekti. Tekrar okula döndüğümde (ki bunu Mersin'den yazıyorum) youtube kanalının pek de akıllıca olacağını düşünmedim. Yurtta vlog çekemeyeceğimi biliyorum ve video edit programlarına sahip değilim. Anlayacağınız bahanelerimi yanımda getirdim ve daha kolay yola kaçıp yeni bir blog oluşturmaya karar verdim. Yaklaşık dört yıldır blog yazarlığı yapıyorum ağırlıklı olarak Tumblr üzerinden ama yeni bir içeriğe sahip olup, kişisel blogtan biraz çıkmak istedim. Her ne kadar blogun linki adımı içerse de içerisi farklı olacak. Kısaca blogta ne olacağından bahsedeyim ve buna göre takip edip etmeyeceğinize karar verin. Umarım olumlu yönde olur.

Her iki haftada bir bir kitap değerlendirmesi yapacağım. 
Çok okuyan birisiyim. Zamanında "Ne yapıyorsun sen, kitaplarla sevişiyorsun resmen" cümlesini duymuştum bir arkadaşımdan. Hatta okulun ilk dönemi tüm günümü kütüphanede geçirip derslere girmediğim için kaldığım oldu ya da düşük not aldığım. Ancak bilmiyorum hissedebiliyor musunuz ama kitap okurken, parmaklarınız o eski ya da yeni sayfalar üzerinde giderken, yirmi dokuz harfin nasıl binlerce, milyonlarca kombinasyona bürünüp farklı kurguları önünüze getirdiğini gördükçe kendinizi ondan ayıramıyorsunuz. Kitaptaki karakteri o kadar benimsiyorsunuz ki bazen, kitabın son sayfalarını okumayı reddediyorsunuz. Bitmesin diye! Bir sahaftan aldığınız eski bir kitabın içinden çıkan notlar, yazılar, siyah beyaz fotoğraflar sizi başka zamanlara götürüyor birden. Zaman ve mekan kavramının yok olduğunu hissediyorsunuz o an. Hayata nasıl farklı pencerelerden bakacağınızı o kadar güzel öğreniyorsunuz ki, düşünsenize çoğunuz kitaptaki katile saygı duydunuz, kiminiz azınlıklardan olan bir kitap karakterine empati kurdunuz ve neler hissedebileceğini anladınız, kiminiz intihar etmek isteyen karaktere 'keşke orada olsam ve sana yardım etsem' dediniz. Kitaplar birer dağ gibi. Ne kadar çok onlardan okursanız o kadar çok zirveye tırmanırsınız ve ne kadar çok yukarı çıkarsanız o kadar çok şey görmeye başlarsınız etrafınızda. Bana kalsa her hafta bir kitap önerisi yaparım ama iki hafta şimdilik yeterli görünüyor. Yine de isteklere göre değiştirebilirim.

Her cumartesi bir film değerlendirmesi yapacağım. 
Sinemaya ilgiliyim. Sinemanın yapabileceklerine, onun birkaç saat uzunlukta seni eğlendiren kareler dizisinden fazlası olduğuna inanıyorum. Bundan bir buçuk sene önce Aybars Beyden aldığım senaryo kursu sonunda bir senaryo ekibinde çalışmaya başladım. Yaklaşık bir sene devam ettim ardından son buldu. Kendimi fazla gösteremediğimi düşünsem de böyle bir fırsat elime geçtiği için şanslıydım. Kısa film senaryoları yazıyorum. Elimden geldiğince çekiyorum. Linkleri ileri zamanlarda paylaşabilirim. Her neyse, dediğim gibi her cumartesi bir film değerlendirmesi olacak. Audrey Hepburn dediği gibi, "Öğrendiğim her şeyi filmlerden öğrendim." benim için buna bir de kitaplar katılıyor tabi :)

Bunların yanında, gittiğim yeni mekanların değerlendirmesini yapacağım. 
Küçük, keşfedilmemiş, kenarda köşede kalmış hoş kafeler her zaman ilgimi çekmiştir. Hani, daimi müşterileri olan, çalışanların ve gelenlerin birbirini tanıdığı ve güzel sohbetlerin olduğu sıcak ortamlar. (Tamam böyle söyleyince gece on ikiden sonra reklamları çıkan telefon hatlarını anlatmak gibi oldu ama ne dediğimi anladınız siz :)) Bu şekilde gittiğim mekanların tanıtımını ve değerlendirmesini yapacağım. Belki sizlerinde ilginizi çeker ve gidip görmek istersiniz diye.

Yeni açtığım bu blog bunlardan ibaret olacak. Umarım hoşunuza gider ve beni takip etmeye karar verirsiniz. Bunun yanında zaman ilerledikçe beni de tanırsınız yavaş yavaş. Belki ileri zamanlarda başta belirttiğim gibi youtube üzerinden vlog da yapmaya başlarım. Geriye bu yapacağım üç şeyi isimlendirme kaldı. Kitap değerlendirmesi, film değerlendirmesi, mekan değerlendirmesi çok sıradan oldu. Sizin de fikirlerinizi bekliyorum. Bu arada twitter ve instagram da takip ederseniz sevinirim.

Görüşmek üzere.

Yorumlar