31 Mayıs 2014 Cumartesi

Moonrise Kingdom


Orjinal Adı: “Moonrise Kingdom"
Yapımcı Ülke (Country): ABD
Yapım Yılı ve Gösterim Tarihi: 2012 - 25 Mayıs 2012
Türü: Komedi , Romantik , Dram
Yönetmen: Wes Anderson
Senarist: Wes Anderson, Roman Coppola
Başrollerde: Bruce Willis, Edward Norton, Bill Murray, Frances McDormand Tilda Swinton, Jason Schwartzman, Bob Balaban
Süresi: 94 dakika
IMDB Puanı: 7.8
Benim Puanım: 9.5

"That sounds like poetry. Poems don't always have to rhyme, you know. They're just supposed to be creative."
Üzgün olduğum zamanlarda hayata Wes Anderson filmlerindeki gibi bakmak istiyorum. Onlara bakar gibi, çünkü izlediğinizde sanki önünüzde çeşit çeşit cupcakelerin olduğu bir dükkana girmiş gibi hissediyorsunuz, ya da renkleri birbirinden güzel dondurma çeşitlerinin olduğu. Başka bir evrenin kapılarını aralıyor ve pastel renklerin muhteşem uyumu içinde, bir hikayeye tanık oluyorsunuz, dokusuyla, bütünlüğüyle.

Güneş sarısı, krem rengi, cam yeşili, toz pembesi, bebek mavisi adeta gel ve beni ye diye çağıran kareler! Wes Anderson filmlerinde zamanından önce büyüyen karakterler, olgunlaşan karakterler karşılıyor bizi, olgunlaşsalar bir bir yanları hep çocuk kalan karakterler. Ve sanırım benim en çok sevdiğim yanı da bu. Onun filmlerini izlediğiniz zaman, anında o filmin ona ait olduğunu anlıyorsunuz. Farklı bir dili var. Akıcı kareler ve akılda kalıcı kareler. Ve olmazsa olmazı Bill Murray filmlerinde bizi karşılıyor Wes'in.

Moonrise Kingdom, başka birinin yapımı olsa illegal bir sonuç ortaya çıkardı eminim, oysa Wes Anderson, büyülü bir çocuk aşkına dönüştürüyor filmi. 1965 yılında, New Penzance isimli bir adada, 12 yaşındaki Sam Shakusky karşılıyor bizi. Bir izci kampına katılıyor ve ardından kamptan kaçıyor. Suzy Bishop, yine 12 yaşında, aynı adada ailesi ile birlikte yaşayan bir kız. Sam'in birlikte kaçtığı ve aşık olduğu kız. Absürt komedinin yer yer takip ettiği filmin her karesi ayrı bir altın parça. Sanki birisinin yeri değişse ya da kalksa tüm film bozulacakmışçasına değerli. Sanırım diğer film önerilerim gibi bunu yazmayacağım çünkü spoiler vereceğimden korkuyorum. Ancak konuyu az çok anlamışsınızdır yukarıda, 12 yaşında iki çocuk birlikte kaçıp, birbirine aşık oluyor, cinselliği ve evliliği öğreniyor ve tüm ada onların peşine düşüyor.

Aşkın yaşı olmaz.

Suzy: We're in love. We just want to be together. What's wrong with that?

Laura Bishop: We women are more emotional...
Suzy: I hate you.
Laura Bishop: Don't say "hate".
Suzy: Why not? I mean it.
Laura Bishop: You think you mean it, in this moment. You're trying to hurt me.
Suzy: Exactly.

Sam: Watch out for turtles. They'll bite you if you put your fingers in their mouths.






30 Mayıs 2014 Cuma

Pixar Teorisi

Öncelikle bu yazıya başlamadan önce bu teorinin bana ait olmadığını belirtmek istiyorum. Bir Pixar aşığı olarak internette dolaşırken denk geldiğim teoriyi sizlerle de paylaşmak istedim. Bu teori Jon Negroni tarafından ortaya atılmıştır.

Tam bir Pixar filmleri bağımlısıyım. Bu zamana kadar hepsini defalarca izledim ve sanırım izlemeye de devam edeceğim. Dün internette dolaşırken Jon Negroni tarafından ortaya atılan Pixar teorisini buldum. Her Pixar filminin birbiri ile bağlantılı olduğunu az çok hepimiz biliyoruzdur. Aslında daha önceden, her Pixar filminin içinde, birkaç yıl sonra çıkacak başka bir Pixar filminin kahramanını göründüğünü biliyordum ama bu teori tamamen aklımı başımdan aldı!

Teorinin ana düşüncesi, bütün Pixar filmleri aynı evren içinde geçmekte ve bu teori Oyuncak Hikayesi (Toy Story)den bu yana yapılan bütün Pixar filmlerini kapsamakta ki onlar;

  • A Bug’s Life (Bir Böceğin Yaşamı)
  • Toy Story 2 (Oyuncak Hikayesi 2)
  • Monsters Inc. (Sevimli Canavarlar)
  • Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo)
  • The Incredibles (İnanılmaz Aile)
  • Cars (Arabalar)
  • Ratatouille
  • Wall-E
  • Up (Yukarı Bak)
  • Toy Story 3 (Oyuncak Hikayesi 3)
  • Cars 2 (Arabalar 2)
  • Brave (Cesur)
  • Monsters University (Canavarlar Üniversitesi)
Küçük bir uyarı: eğer sinema dünyasında dönen ilginç şeylere karşı bir ilginiz yoksa ya da Pixar filmlerini sevmiyorsanız yazının geri kalanını okumanıza gerek yok. 

Brave (Cesur) bu teoride yer alan ilk ve son film. Film Orta Çağ zamanlarında İskoç Krallığında geçmekte. Ayrıca Pixar filmlerinde hayvanların neden insan gibi davranmaya başladığını açıklayan tek film.

 
Filmde Merida, tüm problemlerine son verecek bir "sihir" buluyor ama bu sihir onun annesini bir ayıya dönüştürüyor. Filmde görüyoruz ki bu büyü yaşlı bir kadın tarafından yapılıyor. Bu kadının dükkanında, sadece hayvanların değil, diğer bütün eşyaların da insanlar gibi hareket edebildiğini görüyoruz. Film devam ettikçe bu yaşlı kadının, her kapı geçişinde, kaybolduğunu görüyoruz. Burada yazmayı kesiyorum ve size bu yaşlı kadını başka bir Pixar filminden tanıdığımızı söylüyorum :) Çok heyecanlı, ha?

Yüzyıllar sonra, Brave zamanında denenen büyüler (ki bazı insanları hayvana çevirdikten sonra tekrar insana döndüremediklerini gösterdi filmde) sonucu hayvana dönen insanlar hayvanlar arasında yeni bir popülesyon oluşturuyor. Bu sırada teknoloji de gelişiyor. Ve bundan sonra gelen filmler, insan, hayvan ve makineler arasında geçen olayları anlatıyor. 

Sıra ile Ratatouille, Finding Nemo, ve Up ile devam edelim. Daha garip şeyler bekliyor bizi.

Ratatouille filminde hayvanların inanlar gibi davranışlar sergileme başladıklarını görüyoruz. Hepsinin değil ama bazılarının ki bu da bizi Brave filminde büyü sonucu hayvana dönen insanlara götürüyor. Filmde Remy yemek yapmak istiyor. Kısa sürede bir grup insanla birleşip kendini gösteriyor ve baş düşmanı Şef Skinner sonradan kayboluyor. Sizce nereye gidiyor? Hayvanların insanlar gibi hareket ettiğini ve bazı noktalarda onlarda daha iyi şeyler yapabileceği bilgisiyle ne yapıyor?


Bu nokta bizi Up filmine getiriyor. Filmde Charles Muntz adında bir karakterle karşılaşıyoruz. Hayvanların insanlar gibi düşünebildiğini bilen ve köpeklerine onların düşüncelerini dile getirmelerine neden olan aletler yapan adam. Daha sonra Dug başta olmak üzere birçok köpek Charles'e karşı başkaldırı yapıyor ve bunun sonucunda hayvanlar ve insanlar arasında yavaş yavaş başlayan bir savaş oluyor. Çünkü insanlar, hayvanların daha çok güçlenmeye başladığını fark ediyor.


Bazıları Muntz'ın Ratatouille olayından önce Güney Amerika'da yaşadığını söylüyor. Ama bu onun tasmaları ne zaman ve nasıl yaptığını açık bir şekilde göstermiyor. Ayrıca biliyoruz ki Ratatouille, Up filminden önce gerçekleşti. Toy Story 3 filminde, Andy'nin duvarında bulunan bir kartpostalda Carl ve Ellie'nin isimlerini ve adreslerini görüyoruz. Buradan şu sonuca varıyoruz ki 2010 yılında, Toy Story 3 zamanlarında, Ellie daha hayattaydı ya da öleli çok uzun bir zaman olmamıştı. Bu da Up filminin yıllar sonra olduğunu gösteriyor. 


Up filmi, şehri genişletmek isteyen, büyütmek isteyen bir şirketin Carl'ın evini yıkmak istemesi ile başlıyor. Peki bu şirket kim? Buy-n-Large (BNL) Wall-E zamanlarında dünyadaki her şeyi yöneten şirket, HER ŞEYİ! Filmde "BNL'in Tarihi" isimli reklamda, BNL'in hükümeti bile ele geçirdiğini söyleniyordu. Ve bir ilginç nokta, Toy Story 3 filminde Buzz Işık yılını çalıştırmak için kullanılan piller BNL yapımı pillerdi.

 

Kayıp Balık Nemo filminde, bütün deniz canlıları küçük bir balığı insanların elinden kurtarmak için birleşiyor. BNL burada yine ortaya çıkıyor, başka bir haber makalesinde muhteşem deniz altı dünyasından bahsederek. 

İnsanlar ve hayvanlar arasındaki zıtlık artıyor.

Filmdeki Dory'i hatırlayın. Diğer balıklarıdan farklıydı, neden çünkü çok zeki değildi. Kısa süreli hafıza kaybı, onun diğer "zeki" deniz yaratıklarından farklı kılıyordu ve bu nokta hayvanların ne kadar çabuk evrim geçirdiğini gösteriyor. Kayıp Balık Nemo'da insanlar gibi hayvanların da okulları var ama belli bir düzen henüz oturmuş değil. Bir Böceğin Hayatı filminde bu noktaya geleceğim :)

Şunu da belirtmeliyim ki bazı kişiler Dory'nin diğerlerinden daha zeki olduğunu dile getiriyor, okuyabilmesi ve balinalar ile iletişim kurabilmesi.

Bu noktaya kadar hayvanlar kısmını işlemiş olduk, gelin bir de makineler kısmına bakalım. Burada ilk film İnanılmaz Aile. Filmin ana düşmanı Buddy olarak düşünülse de aslında onun bir gücü yok. Tamamen teknoloji ile ürettiği bir makine zamanla insanlara karşı gelmeye başlıyor ve şehri yıkmaya çalışıyor. Peki neden? Başta hayvanların insanları neden sevmediğini anladık, çünkü insanlar çevreye zarar veriyor ve doğayı mahvediyor, peki ya robotlar, onların insanlar ile alıp veremediği ne?

Bu kısmı atlıyorum, eğer isterseniz başka bir yazıda anlatırım :)

Ama kısaca, makineler, insanları kullanarak kendilerini geliştirmek istiyor ve bu kirliliğe yol açıyor. kirliliği kim istemiyordu, hayvanlar! Sonuç olarak makineler ve hayvanlar arası bir zıtlık başlıyor. Bu zıtlık sonunda sizce kazanan taraf kim oluyor?


Geriye hiçbir hayvan kalmıyor. Makineler dünyayı ele geçirince de insanların gitme vakti geliyor. Geri kalanlar ise son kurtara planı, Axiom (Wall-E) koyularak uzaya gidiyor. Axiom'da insanların tek amacı, makineler tarafından isteklerinin karşılanması. Makineler insanları kendilerine bağımlı yapıyor, çünkü zamanında insanlar oyuncaklara bunu yapmıştı. 


Arabalar 2 filminde, makinelerin Avrupa ve Japonya'ya gittiğini görüyoruz. Yani dünyayı tamamen ele geçiriyorlar. Ancak onların çalışabilmesi için insanlar gerekli. Wall-E'de BNL'in insanları, dünyanın kirliliğini düzelttikten sonra geri getirme amacı güttüğünü biliyoruz ama bunu başaramıyor. Sonuç olarak dünya üzerindeki bütün makineler yok oluyor. Arabalar 2'de bir enerji krizi olduğunu biliyoruz. 

Tekrar bu noktayı atlayarak geçiyorum, eğer merak ederseniz başka bir yazıda anlatırım (Allinol ve BNL bağlantısını)

Bir Böceğin Hikayesi filmine geldiğimizde, burada Ratatouille, Up ya da Kayıp Balık Nemo'daki bir toplum görmüyoruz. Burada hayvanlar insanlar gibi gelişmiş, kendi yolları, mağazaları, barları, eğlence merkezleri olan bir toplum haline gelmiş. Daha çok gelişmişler. Ve Arabalar dışındaki insan barındırmayan tek film bu. Hatta filmin bir sahnesinde, uzağa gitmemesini söylüyor, çünkü yılanlar, kuşlar ya da diğer büyük böcekler olabilir diyor, insanlardan bahsetmiyor bile.

Daha sonra ne oluyor, inan, gelişen hayvan ve makinelerden sonra canavarlar ortaya çıkıyor. Çok çok çok uzak gelecekte olan bir canavar soyu. Canavarlar nereden çıktı? 1400 yıllık süre içinde dünyada olan mutasyonlar sonucu böceklerin gelişmesi sonucu mu çıktılar yoksa sıfırdan kendi ırkları mı? Her ne olursa olsun Canavarlar da insanlar gibi bir topluk oluşturdular, okulları, üniversiteleri, şehirleri her şeyi var. 

Bu noktada akla şu geliyor. İnsanlar dünya üzerinden silinen bir ırk. Wall-E'de makineler bir süre sonra insanlara ihtiyaç duyduklarını unutuyor ve onları yok ediyor ya da insanlar o yaşam şartlarında daha fazla yaşayamıyor ve yok oluyor. Bunun sonucunda bir enerji krizi başlıyor. Canavarlarda da bunu görüyoruz. Bunun sonucunda canavarlar, çok çok çok uzak gelecek teknolojisi ile kapılar kullanarak zamanda yolculuk yapmaya başlıyorlar. Zamanda geri gidiyorlar ve insanların çığlıklarından enerji topluyorlar. Onlara küçüklükte bu yana insanlar dünyasında HİÇBİR ŞEYE DOKUNMAMALARI ÖĞRETİLİYOR. Neden? Filmde bunu mikrop olarak anlatsa da, aslında kelebek etkisinden kaçmak için. Zamanda küçücük bir şeyin yerini değiştirsen bu bir çok kötü şeye yol açabilir gelecekte! Mind = blown! :)


Yukarıdaki fotoğraf Bir Böceğin Hayatı ile Sevimli Canavarlar filminin kesişim noktası. Aynı görüntü değil mi? Soldaki Bir Böceğin Hayatında geçen bir kare. Eskimiş, tek edilmiş, çöle dönmüş bir yer. Sağdaki ise Canavarlar filminde Randall kapıdan insanlar tarafına geçtiğinde görünen bir kare. Yani İnsanlar daha dünyada yaşarken! Elektrik var, hatta etrafta ağaçlar ve otlar da var.

Canavarlar filmi Pixar filmleri arasındaki en uzak geleceği anlatan film. 

ŞİMDİ!
GELELİM BOO'ya
Canavarlar filmindeki tatlı küçük kızımız. 
O her şeyi gördü. Konuşan kedileri, canavarlar, HER ŞEYİ!
Ancak Canavarlar filminde görüyoruz ki hiçbir insan Canavarlar tarafına geçip hayatını devam ettiremez. Haliyle Boo tekrar kendi dünyasına dönüyor. Ama bir düşünün, hangi çocuk bu kadar şeyi gördükten sonra hayatına normal yaşamaya devam eder ki? Ben etmem! Boo da etmedi, canavarları bulmak onda o kadar obsesif bir hal aldı ki sihir kullanmaya başladı ve kendisi tahtadan kapılar icat etti. Çünkü kapılar Canavarlarla iletişim kurulacak şeylerdi. Ve Boo kim oldu dersiniz?


CADI! Brave filmindeki CADI! Şimdi inanmayanlarınız için kanıtlarımız geliyor efendim.
  • Brave'deki cadı tahtalara kafayı takmıştı. Tahta kapılara.
  • Brave'de hatırlarsanız, Merida kapıyı tekrar açtığında Cadıyı birkaç dakika önce gördüğü yerde hiçbir şey yoktu. Eskimiş, harabe bir yer vardı. Yani kapı cadıyı başka bir zamana ışınladı. Canavarlardaki gibi!

Bana bunlar yeterli nedenler ama yetmez diyenler için Brave filminde cadının dükkanındaki bir tahtada bulunan çizime bakalım.


JETON? AYDINLANMA? MIND = BLOWN! :)
Buradan şu sonuca varıyoruz, Brave filmindeki cadı, Canavarlar filmindeki sevimli Boo. Hayatını Sully'ı bulmaya adadı ve bütün Pixar filmleri boyunca kapıyı kullanarak zamanda yolculuk yaptı. Bu Bir Böceğin Hayatındaki Flik ve Heimlich'in Oyuncak Hikayesi 2 filminde görünmesini açıklıyor ki iki film arasında yüzyıllar var. O iki böcek yanlışlıkla Boo'nun kapısından geçiyor Boo ile birlikte ve başka zamana gidiyorlar. 

Peki Boo hiç Sully'i buldu mu? Bilmiyoruz, belki ileride çıkacak olan Pixar filmleri bunu anlamamıza yardımcı olur.

PIXAR SANA AŞIĞIM! :)

Bu arada eğer buraya kadar okuduysanız lütfen yorum yapın ya da bu gönderiyi paylaşın.
Emeğe saygı :)

29 Mayıs 2014 Perşembe

26 Mayıs hayatımın en güzel günlerinden biriydi.

26 Mayıs'da hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım. Eğer kendinize idol olarak gördüğünüz birisi yoksa ya da gerçekten sevdiğiniz bir sanatçı bence bu cümleden sonrasını okumayın, çünkü anlatmak istediklerimi anlayacağınızı tahmin etmiyorum.

Justin Timberlake konseri vardı, bilmeyenleriniz için. Altı ay önce aldığım biletimin üzerinde yazan tarih sonunda gelmişti ve ben dün sırf konser için matematik finalime girmedim ve dersten kaldım şu an. Pişman mıyım, ASLA! Sabah saat onda İTÜ’ye gittim İlayda ile, biletimi diamond circle almıştım ve erkenden gidip en önde olmak istiyordum. Saatlerce bekledik sırada, üç ayrı giriş kapısından alımlar oldu ve biz görevlilerle, sıradakilerle arkadaş olduk artık. Aslında ilk gittiğimizde sıra belli değildi ve ben neredeyse bütün görevlilere nereden gireceğimizi sordum, en sonunda adamın birisi "Sen bugünkü soru hakkını tamamladın artık" diye yakarışta bulundu. Sonra sıranın çoktan oluştuğunu ve yaklaşık yüz kişinin belki daha fazla sıraya girdiğini söyledi. Oysa ilk gelenler bizlerdik! Hiç umurumda olmadan onların hepsinin önüne geçtim ve bekledim. Kimse de bir şey demedi asdfg.

Diamond girişini ebesinin nikahına yapmışlar resmen. İlayda sahneyi rahat görmek için topuklu giymişti ve bildiğiniz yüz metre engelli koşusu gibi herkes sahaya saldırmaya başladı. Uzun bacaklı ben önden koştum ama İlayda yetişemedi, onu bekleyelim derken insanlar bizi geçti, sahaya vardığımızda sahnenin önünden on altı sıra gerideydik. Moralim bozulmuştu ama İlayda sen bana bırak dedi. Yaklaşık bir saat sonra, JT sahneye çıkmadan önce, sahnenin dört sıra önüne kadar ilerledik. Hayır 190 boyum var, hiç mi kimse fark etmedi o kadar öne geçtiğimi aralardan. İlayda biraz öne gidiyor sonra beni çekiyor, ben biraz gidiyorum sonra onu çekip diğerlerini arkaya itiyoruz. JT’den önce bir DJ çıktı sahneye, adamın çaldığı şarkıları çevremizde bulunanlar arasında bir ben bir İlayda biliyoruz ve bağıra bağıra söylüyoruz, yanımızda yazın düğünden yeni gelmiş gibi bir çift vardı, çevremizin yaş ortalaması otuz gibiydi. Saatlerce bekleyişin ardından saat dokuzda "Caaaastiiiiin geeet on dı sıteeeeeyc" diye bağırdım yanımdakilerin garip bakışları ile. JT geri sayımı başladı ve sahneye çıktı.

Yıllarca sadece sesini duyduğunuz ve ekrandan gördüğünüz kişinin, etten kemikten karşınızda olduğunu hayal edin! Ve sizden sadece beş altı adım uzakta olduğunu! Gerçek değildi sanki, sanki hala ekrandan izliyor gibiydim. Bir süre idrak edemedikten sonra pusher love girl ile başladı. Ben nasıl eşlik ettiğimi hatırlamıyorum, bildiğiniz her şarkıyı ben yazmışım gibi, susmadan söyledim. Her şarkı bitiminde üzülüyordum sona yaklaşıyoruz diye ama o anı yaşamak, ağağa!

VE ASIL BOMBA, JT what goes around comes around söylerken ellerin havada daire çizilmesini sever, bunu bilen de üç beş kişi vardı diamonda, yani ilk nakaratta yapan benimle birlikte üç beş kişi sonra herkes gördükten sonra yapmaya başladı. Ama o ilk yapışta, boyum 190, kolu kaldır oldu mu sana 250 ve JT sen bunu gör, İlayda o sırada kamera ile çekiyordu ve bizi işaret edip söylemeye başladı! Şu an banim ergen gibi hareket ettiğimi söyleyebilirsiniz ama İŞARET ETTİ VE SÖYLEDİ! Sonra ne olduğunu göremedim ama bir şeyi attı seyircilere, dört çaprazımdaki aldı. Ama sanırım o fark ediş bana yetti ki pek sorun etmedim. Boy 190, sahne önü beşinci sıra, her şarkıda dikkat çektim bağıra bağıra söyleyerek. Mükemmeldi! Tek kelime ile mükemmel. İlayda tam bir Rihanna manyağıdır, ona da Madonna’ya da diamond gitti hep ama konser bittiğinde söylediği şey 267865 konsere gittim ama JT kadar mükemmelini görmedim dedi, sahne şovu, insanları coşturması falan.

Konser bitti, bildiğin boşluğa düştüm. Altı aydır, bileti düşünmezsen yıllardır beklediğim şey iki buçuk saatte bitmişti. İlayda ile oturduk orada, herkes çıktı, en son güvenlik gelip bizi kaldırdı, yoksa çıkmama taraftarıydım. Hayatımın geri kalanını orada JT dinleyerek geçirebilirdim. Kısaca gerçekten güzeldi. Ve şunu kafaya koydum Türkiye’ye bir daha gelmese bile, yurt dışında başka konserlerine mutlaka gideceğim. MUTLAKA!




Yorumlar