2 Ağustos 2017 Çarşamba

Electronica Festival İstanbul 2017 - Suma Beach

Elektronik müzik hayranı birisi değilim açıkçası. Elektronik dediğiniz zaman deep house tarzda müzikler dinlemeyi seviyorum ve elektronik müzik hayranı olmayan birisinin elektronik müzik festivalinde nasıl vakit geçirdiğini gelin görelim.

Bu müzik türünün hastası olan yakın bir arkadaşım var. Onun sayesinde ben de az çok bu kültürün farkındayım ve bu yıl da Suma Beach'de düzenlenen Electronica Festivaline gitmeyi dört gözle bekliyordu. Gerekeni Yap'ın daveti ile ikimiz de bu festivale katılma fırsatı yakaladık. Festival 29 Temmuz cumartesi akşam saat 18:00'da başlayıp, kesintisiz bir biçimde 30 Temmuz akşam 21:00'a kadar devam edecekti. Bunun için cumartesi günü gündüzden enerjimizi toplamamız gerekti. Akşam üzeri Suma Beach'e gitmek için yola çıktık. Taksi çevirdiğimiz yerde bir kişi ile daha karşılaştık. Birlikte taksi paylaşalım diyerek atladık ve festival alanına geldik. İçeri girerken güvenlik ve üzeri arama kısmı fazlasıyla sıkıydı. Son zamanlarda konser alanlarına bile yapılan saldırıları düşününce bu gerçekten iyi oluyor. Bilet kontrolleri, üst aramaları yapıldıktan sonra bilekliklerimizi taktık ve festival alanına girdik.

Festival dört ana sahneden oluşuyordu:

Main Stage (Ana sahne)
Beach Stage (Sahil sahne)
Forest Stage (Orman sahne)
Club Stage (Kulüp sahne)

Her sahnede aynı anda farklı DJ'ler kendi eserlerini sergiliyor ve insanlar dinlemek istediği yere geçip kendini müziğin, ritmin akışına bırakıyordu. Sahneler arasında en sevdiğim Main Stage oldu. Hem orada çıkan sanatçılar, hem ortamın, ışıklandırmaların iyi olması orayı sevmeme neden oldu. Her sahne yanında yiyecek ve içecek stantları bulunuyordu. Festival alanında coin/jeton mantığı ile alışveriş yapılıyordu. En az 10 coin alabiliyorsunuz ve bu 50 TL denk geliyor ve ellilik bira dört coin ediyordu. Festival alanlarında alkol satımlarının normalden pahalı olmasını anlayamıyorum. İnsanlar zaten alkol alacaklar. Ama sanırım asıl düşündükleri insanların çok içip, wasted olup ortalığa sızmalarını engellemek. Bilmiyorum. 

Festivalin listesi şu şekildeydi:

FG Digital Main Stage
18:00 - The Contra
20:00 - Elderbrook
21:00 - Stavroz
22:00 - Francesco Tristano
23:00 - Claptone
00:30 - andhim
02:00 - EINMUSIK b2b Jonas Saalbach
03:30 - Birol Giray BeeGee
04:30 - Oliver Huntemann

Forest Stage
18:00 - YANG
19:00 - Jaffer
20:30 - Alican
22:00 - Henry Saiz
23:30 - Frankey & Sandrino
01:00 - Eagles & Butterflies
02:30 - Architectural
04:00 - Dominik Eulberg
05:30 - Voiski
06:30 - Etapp Kyle
08:00 - Ferhat Albayrak
09:30 - Sezer Uysal Music
11:00 - Procombo

Beach Stage
19:00 - Efe Kantel & Furkan Kurt
21:30 - BATUR / Music
23:00 - Murat Uncuoglu
01:00 - Doctor Dru
02:30 - Britta Arnold
04:00 - Red Axes
05:30 - YokoO
07:30 - Viken Arman
09:30 - Feathered Sun
13:30 - Mousike
15:30 - Altan Balgır
17:00 - Discolog
18:30 - Oceanvs Orientalis (Extended Hybrid set)

Club Stage
19:00 - Eren Havlucu
20:00 - Becky FR
21:00 - MooPHy
22:30 - Selim Savaf
00:00 - Nisso
01:30 - MERT YUCEL
03:00 - Ömür Sarı
04:30 - Rubsilent
06:00 - Ali Efe Dinc
07:30 - Doruk Guralp
09:00 - Seko
10:30 - Drell

Club Stage kısmına üzüldüm, çünkü neredeyse kimse yoktu biz baktığımız zaman. Sabaha karşı bir saat kestirmek için sahile uzandık ve gün doğumu ile tekrar dansa kaldığımız yerden devam ettik. Gece her şey gündüzden daha eğlenceliydi, sanırım hem ışık gösterisinin olması hem de sıcağın olmaması bunda etkiliydi. Ulaşım konusunda biz taksi kullandığımız için sıkıntı olması ama taksi olmasa da diğerleri için shuttle servisleri de mevcuttu.

Aslında, festival için önerebileceğim bir şey olacaksa o da Stage'ler arasında gidip gelirken aralara farklı küçük interaktif oyunlar koyulabilirdi. Evet bir elektronik müzik festivali ama insanlar 30 saat boyunca her çıkan sanatçı ya da şarkıyı sevmek zorunda değil ve sahne önünde dans etmediğiniz sürece yapabileceğiniz pek de fazla bir seçenek yok aslında. Hiç yok da diyebilirim. İnsanların kaynaşmasını ve daha farklı aktivitelerde bulunmasını sağlayacak farklı ögeler de yerleştirilebilirdi festival alanına. Bu deneyimi daha da güzel yapabilirdi.

Kısaca festival böyleydi, bol bol dans, fazlaca kahkaha ve eğlence ile geçirdik. Benim de ilk elektronik müzik festivalimdi. Elektronik müzik yine favori müziğim diyemem ama yeni, güzel besteler ve şarkılar yapan sanatçılarla da tanışmış oldum.

O zaman bir sonraki festivalde görüşmek üzere diyeyim! :)

28 Temmuz 2017 Cuma

Antalya - Olympos Tatili

Geçen hafta küçük bir kaçamak yapalım dedik ve Hannan, Ali ve Duru ile birlikte Antalya yollarına düştük. 

Olympos Antik Kent
Bu yıl henüz tatil yapamadım. Bir yandan taşınma işi, diğer yandan mezuniyet töreni, diğer yandan iş yerindeki sorumluluklar derken kendime bir türlü vakit ayıramıyor, daha da önemlisi video çekme konusunda sıkıntılar yaşıyordum. Hannan, Duru ve Ali ile bu Antalya tatilini önceden düşünmüştük ama son zamana kadar kesin bir şey yoktu. Üstüne bir de tatilden iki hafta önce gerçekleşen üzücü bir olay, benim tatile gitmemi de engellemişti. Ardından her şey yoluna koyuldu ve ben de biletimi alıp çıktım yola. Hannan Londra'dan gelecekti. Duru ile İstanbul'da buluşup birlikte Antalya'ya geçeceklerdi. Ali ise ailesinin yanına Isparta'ya gitmişti. Ben de bir gün öncesinde biletimi alıp önce Isparta'ya Ali'nin yanına geçtim. Yıllar sonra yaptığım ilk otobüs yolculuğuydu ve ciddi anlamda beni fazlasıyla yormuştu. Ertesi gün sabah Alilere geldikten sonra günümüzü Isparta içerisinde gezerek geçirdik. Diğer gün sabaha Antalya için bilet aldık. Kız da Antalya'ya geldikten sonra orada buluşup rezervasyon yaptırdığımız pansiyona geçmek için servise bindik. 

Yummy Pizza ♥
Hava tabi ki inanılmaz sıcaktı ve bindiğimiz servis ile yaklaşık bir saatlik bir yol gittik. Servisten indiğimiz yerde de başka küçük bir servise daha binip pansiyonun olduğu yere, Çıralı'ya yola koyulduk. Yol boyunca neden Antalya'da iki gün için araba kiralamadığımızı kendimize sorup durduk. Çünkü bu hem bizim açımızda daha kolay olacak hem de o servisten bu servise sürünmek zorunda kalmayacaktık. Yine de güzel bir deneyim oldu ama. Pansiyona geldiğimizde, mekanın sahibi İngiliz bir kadın çıktı. Hannan'ın aksanını duyduğunda ona sormuştu sen de mi İngiliz'sin diye. Kadın 17 yıl önce bir adama aşık olup Türkiye'ye gelmiş ve burada kalmış o zamandan beri. Pansiyon çok şirindi, bahçesinde hamaklar, kamelyalar, portakal ağaçları, çiçekler ve oturacak şirin yerler vardı. Odalarımıza ayrıldığımızda da oda da beklentilerimin üzerinde geldi. Pansiyon kelimesi biraz yerin kötü olabileceği izlenimini uyandırmıştı ilk başta. Rezervasyonu da Ali yaptığı için görmemiştim mekan fotoğraflarını. Odada eşyalarımı dolaba yerleştirdikten ve biraz saha araştırması yaptıktan sonra yemek yemek için dışarı çıktık. Tek sokaktan oluşan Çıralı'da fazla bir seçeneğimiz yoktu aslında ve önümüze ilk gelen yere oturduk. 

Defne Pansiyon - Çıralı, Antalya

Yemek yedikten sonra sahile geçmek için odaya gidip havluları ve gerekli eşyaları aldıktan sonra sahile geçtik. Mersin'de sürekli kum olan sahillere alıştığım için burada bulunan taş sahil biraz moralimi bozmuştu açıkçası. Denize girdikçe belki taşlar gider diye düşünürken, bu da gerçekleşmedi ve su çabuk derinleşiyordu. Ancak deniz her zamanki gibi mükemmeldi! Bir süre yüzdükten sonra Duru sen nası gözlükle yüzüyorsun düşmüyor mu dedi ve olanlar oldu, ben gözlüğümü denizde kaybettim! Üstelik yaklaşık altı yedi metre olan bir yerde. Ali etrafta bulunan insanlardan deniz gözlüğü alıp gözlüğümü bulmaz için daldı ama bir türlü alamadı. Etraftan yaklaşık yedi insan gözlüğü bulmak için seferber oldu ve on beş dakikalık ulaşma, arama kurtarma çalışması ardından Ali gözlüğü çıkardı!


A girl with pink hair ( Hannan )
Hareketli bir ilk gün yaşadık anlayacağınız. Pansiyona ilk geldiğimizde de kızlara evlerinin altında yılan gördüğümüzü ve korkmadan çıkmaları gerektiğini söyleyerek şaka yapmıştık. İnanacaklarını düşünmüyorken, inanılmaz eğlendim. Gözlük olayından sonra herkes sahile oturdu ve sessiz bir biçimde duruyorduk. Sanki birkaç dakika önce olan o kargaşa olmamış gibiydi.

O günün akşamında yemek yemek için başka bir mekana oturduk. Burada Duru ile konuşulması gereken bir konuyu konuştuk Hannan ile. Ardından mekandan ayrılırken mekan sahibi kartla ödemenin alınamayacağını, kartın bozuk olduğunu söyledi ama Duru ısrarla çekmesini istiyordu. Adamla bir süre tartıştıktan sonra, kartı çektiğinde adam fazlasıyla "göt" oldu diyebilirim. Ardından öğrendim ki vergi ödememek adına nakit almayı istiyormuş aslında. O akşam sahile tekrar döndük. Ali Çin'den getirdiği fairylight ışıkları yaktı ve sahilde şişe çevirmece oynadık. Biraz gergin anlar gerçekleşmişti açıkçası sonlara doğru ama sonra her şey tatlıya bağlandı.
Don't f*ck with us

Ertesi gün sabah erken kalkmayı planlıyorduk ama bunu gerçekleştiremedik. Saat dokuz gibi kalkıp, hazırlanan kahvaltıyı yedikten sonra sahile geçtik tekrar. Biraz yüzmenin ardına, sahil kenarında bulunan tepeye çıkıp fotoğraflar çektik. O gün sanırım güneş geçmiş olacak ki başıma inanılmaz derecede başım ağrımaya başladı. Biraz uyumam gerektiğini hissediyordum. Tepeden indikten sonra Hannan bir ağrı kesici verdi ve o gerçekten beni kendime getirdi. Ardından Olympos saklı kent kalıntılarının olduğu yeri gezdikten sonra akşamında pansiyonun bahçesinde masa kurduk ve rakı gecesi yapmaya karar verdik. Yine inanılmaz güzel başladı gece ama ardından her şey değişti ve beklenmeyen bir yöne doğru kaydı. Tabi yine ertesi sabah her şey tatlıya bağlanmış bir biçimde kahvaltımızı yaptık. 
Where is the white rabbit

Geri dönüş yoluna geçtik. Isparta'ya dönmeden önce günümüzü önce Konya altında bir Beach Club'da ardından Luna Park'ta ardından da yemek yiyerek geçirdik. Akşam saat dokuz buçuk gibi bindiğimiz otobüsle de Isparta'ya döndük. Eve geldikten sonra biraz soluklandıktan sonra gece kulübe gitmek için yola çıktık. Güzel bir kulüp bulmamıza rağmen DJ berbattı! Ertesi gün sabah göl kenarında piknik/kahvaltı yapmaya geçtik. Onun ardından Lavanta bahçelerine gidip oraları gezdikten sonra İstanbul'a dönüş yolculuğu başladı.

İnanılmaz eğlenceli bir tatildi. Eğer videoyu da izlemek isterseniz: (Kanala da abone olmayı unutmayın! :))

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Yaz Tatilinde İzleyebileceğiniz Mükemmel Dizi Önerileri

Hepinize merhaba!

Yaz tatili geldi ve benim için yazın en sevdiğim yönlerinden birisi yepyeni dizilere başlayabilmek ya da bir sene boyunca beklettiğim dizileri maraton yapıp arka arkaya izleyebilmek! Ancak tıpkı İnternet'te üretilen içerikler gibi neredeyse her gün yeni yeni diziler yayınlanıyor ve bunlar arasında beğenebileceğimiz, iyi olan dizileri bulmak zor olabiliyor. Ben de bu süreci sizin için kolaylaştırmak istedim ve yazın izleyebileceğiniz, tamamen subjektif beğeniye göre, sırasız biçimde sıralayacağım diziler önereceğim. 

O zaman daha fazla uzatmadan başlayayım!

American Gods
Neil Gaiman'ın aynı isimli eserinden uyarlanan American Gods sanırım yaz başlangıcının en sevdiğim dizilerinden birisi oldu. Geçen hafta sonu iki günde tüm bölümlerini bitirdiğim diziyi yıllardır ekrana taşımak isteyenler, yoğun bir konusu ve ayrıntıları olan kitabın film olamayacağını düşünüyorlardı. Bu yüzden, ayrıntılara ve önemli noktalara değinebilecekleri bir diziye çevirme kararı aldılar ve bence çok da güzel yaptılar. Görsel açıdan fena olmayan American Gods, eski tanrılar ile yeni tanrılar arasında olan çekişmeyi farklı hikayelerle ele alarak anlatan bir dizi. Mitolojiye ve dinlere karşı biraz merakı olan kişiler için mükemmel bir dizi iken, aksiyon, gerilim, biraz da komedi sevenler için de harika bir yapım. Dizisini izledikten sonra kitabını okumaya başlayanlardan birisi olarak size şunu da söyleyebilirim ki, kitabını da mutlaka okuyun!



Younger

Younger, inanılmaz tatlı bir dizi. Ben eğlenebileceğim, güleceğim ve kafamı biraz dağıtabileceğim bir dizi arıyorum diyenler için harika bir seçim. Kırklı yaşlarına yaklaşan ana karakterimiz genç görünmesinin avantajlarını kullanarak kendine yeni bir hayat başlatıyor. Yeni bir kimlik ile yirmilerine dönüp bir şirkette stajyer olarak işe başlıyor. Yirmilerinde yeni arkadaşlar ve yine yirmilerinde yakışıklı bir erkek arkadaş ediniyor. Dizi bu karakterimizin kuşak çatışmasını, yeni yirmilere ayak uydurup yeniden gençliğini yaşamasını konu alıyor. Eğer Two Broke Girls, Hot in Clevelend, Sex and The City, Beverly Hills gibi dizileri sevdiyseniz bunu da mutlaka seveceksiniz!


Riverdale

Küçük bir kasabada yaşayan sürrealist gençlerin hayatını anlatan bir dizi. Eğer gençlik dönemleri dizilerini seviyorsanız bu diziyi de seveceğinize eminim. Dışarıdan sakin ve şirin bir kasaba gibi gözüken Riverdale’in iç yüzü oldukça karanlık ve tuhaftır. Bu kasabada yaşananlar dışarıdan gelenler için garip olarak adlandırılabilir ancak içeride yaşayanlar için oldukça sıradandır. Sıradan Amerikan gençlik klişelerini içinde barındırsa da, izleyebileceğiniz güzel bir dizi.



Suits

Eğer Suits dizisine henüz başlamadıysanız bu yazıyı okumayı burada bırakıp gidip diziyi izlemeye başlıyorsunuz! İlk bölümü izlediğinizde dizi zaten sizi kendi içine rahat bir biçimde alacak. Bir avukatlık şirketinde şans eseri çalışmaya başlayan ve hukuk geçmişi olmayan ana karakterimizin yaşadığı mücadeleleri anlatan bir dizi. Zeki yazılmış senaryosu, diyalogları olan dizi izlerken sizi kimi zaman fazlasıyla güldürecek. Ayrıca çok da güzel bir soundtrack listesi olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. 



Stranger Things

Stanger Things 2016 yılının en sevdiğim dizilerinden birisi oldu. Oyuncu kadrosunun yaşlarını göz önünde tutarak söylüyorum bunu, bu yaşta böyle güzel oyunculuklar sergileyen çocukların ileride çok güzel karakterlere can vereceklerine ve güzel yerlere geleceklerine eminim. Biraz fantastik bir kurgusu olan Stranger Things, bir grup çocuğun RPG oynaması ile başlar. Ardından çocuklardan birinin kaybolması, kasabada gerçekleşen ilginç olayların kapılarını birer birer açacaktır. Bu dizi hakkında İnternet'te fazlasıyla şey duymuşsunuzdur zaten. O yüzden daha fazla anlatmayıp gidip izlemenizi önereceğim.

Westworld

Kısaca özetlemek gerekecek olursa zenginler için yaratılmış yapay bir dünyada macera aramak isteyenler, istediklerinden fazlasını bulacaktır. Kontrolden çıkan yapan dünya canlılar gelenlere beklediklerinden fazlasını verecektir. Teorik olarak mümkün olmayan bir teknolojinin harika bir kurgu ile harmanlandığı bir dizi. Görüntü ve kurgu açısından gerçekten güzel. İlk birkaç bölüm dayanabilirseniz hikaye daha güzel yerlere gidiyor ve sizi içine alıyor. 



Sanırım şimdilik bu kadar yeter, eğer daha fazla dizi önerisi isterseniz yorumlara yazmanız yeterli! O zaman keyifli izlemeler :)

11 Temmuz 2017 Salı

2017 Üniversite Tercihleri Öneriler | Boğaziçi Üniversitesi

Herkese merhaba!


Yaz tatili geldi, kimimiz tatile çıkamayıp hala çalışıyorken, kimilerimiz denizin ve kumun tadını çıkarıyor. Kimilerimiz ise zorlu bir sınav maratonun ardından yeni bir döneme girecekleri üniversite hayatları için tercihler yapmaya hazırlanıyor. Ben de bu süreçte size birkaç öneride ve tavsiyede bulunmak için bir yazı yazmak istedim. Çünkü üniversite tercihlerinde en çok ihtiyacını duyduğum şey buydu benim!


Öncelikle kısaca benim hangi okulda okuduğum, hangi bölüme gittiğimi ve sınavdan nasıl bir sonuçla çıktığımı söyleyeyim. Ben 2011 yılında girmiştim YGS-LYS sınavına. Sonuçlar açıklandığında ilk 15 bin içerisindeydim. Ne yazacağım konusunda bir fikrim yoktu. Ardından tercih döneminde sadece iki tercih yaparak üniversite seçtim. İlk sıraya Koç, ikinci sıraya ise Boğaziçi Kimya bölümünü yazdım. Ve Boğaziçi Üniversitesi geldi. 

Tercih dönemi sürecinde birçok kişi birçok farklı önerilerle geliyordu bana. Ancak bütün hepsinin ortak noktası "garanti" meslek olacak bölümlere yönlendirmesiydi. Peki ya ben ne istiyordum? Tıp yazamıyordum, eczacılık ve diş hekimliğini istemiyordum, mühendislik bana göre değildi... Mimarlık ilgimi çekmiyordu. Peki ben ne istiyordum? Lise hayatım boyunca severek yaptığım şeyler yazmak, çizmek ve çekmekti. Dil öğrenmeyi de seviyordum. Peki sinema bölümü okusam diye düşündüm ya da dille ilgili bir bölüm ama bu kez yine "garanti" meslek sorunu çıkarıldı rehber öğretmenleri tarafından önüme. Ben de üniversite seçmeye karar verdim. Türkiye'de iyi olan ilk üniversitelere göz attığımda ilgimi çeken sadece Boğaziçi ve Koç olmuştu. İstanbul'da olmaları da benim için önemli bir etkendi tabi. Ardından YGS-LYS sınavında kimya bölümünde hiç yanlış yapmadığım için bu dersi yapabildiğimi düşünüp kimya yazmaya karar verdim. Anlayacağınız bölüm değil de üniversite seçtim ilk başta. Bu noktaya hemen geleceğim. Okumaya devam.

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki artık insanlar okudukları bölümü kariyer alanlarında devam ettirmek zorunda değiller. İnternet bağlantısı olan herkes her bilgiye her yerden ulaşabiliyor. Bir kimya öğrencisi olarak ben; Adobe Premier Pro, After Effect gibi video programlarında uzmanlaştım, HTML / CSS gibi metin işaretleme dillerini öğrendim, yeni dillerde kendimi geliştirdim. Ve bu gibi farklı beceriler benim öğrencilik dönemimde farklı alanlarda çalışmama yardımcı oldu. Kimya da bana analitik düşünebilme ve olaylara matematiksel açıdan bakabilmemi sağladı. Anlayacağınız, hangi bölümde olursanız olun, eğer kendinizi bir noktada geliştirirseniz, yapmayı istediğiniz işlerde kendinize bir yer bulabilirsiniz. Ayrıca bu zamana kadar katıldığım mülakatlarda bölümünün ne olduğundan çok üniversitenin ne olduğu, üniversite hayatında kendine neler kattığın ve kendini nasıl geliştirdiğini merak ediyorlar. Ve seni bu yönde tanımak istiyorlar. Şu an bütün bölümlerdeki derslerin ders kitaplarına her an erişebiliyoruz; ekonomi mi öğrenmek istiyorsun mikro-makro ekonomi kitaplarını okuyabilirsin, tarih mi öğrenmek istiyorsun tarih kitapları mevcut, programlama mı öğrenmek istiyorsun, İnternet'te çevrimiçi birçok ders var bu konuda, bitki türlerine mi meraklısın botanik kitapları elinin altında... Anlayacağınız her şey bir tık uzağınızda.

Bu noktada size önereceğim ilk şey şu olacak, şu soruların cevabını verin:
İleride hangi mesleği yapmak istiyorsunuz? / Ne yapmak istiyorsunuz?

Öncelikle bu sorunun cevabını verin kendinize, ardından ona ulaşmak için hangi yolları seçeceğinize öyle karar verin. Önce bölüm seçip, sonra ne yapacağınıza karar vermek o bölümü okumanızı zorlaştırabilir. Ben mesela Boğaziçi yazdığım için memnunum ama kimya yerine daha kolay bir bölüm yazabilirdim. Temel bir bilim olduğu için kendinizi vermeniz gerekiyor ve ben aslında o alanda ilerlemek istemediğimi gördüm okurken. Bu da beni zorladı. Bir yandan farklı işler yaparken bir yandan kendimi tamamen bölüme vermem beni psikolojik açıdan zorladı. 

Bölümüm ve Üniversiteme gelince biraz onlardan bahsedeyim.




Kimya bölümü ana bilim dalı olduğu için ilginizi tam olarak vermeniz gereken bir bölüm. Bölümü okurken öğrendiğiniz şeyler dünyaya bakışınızı kesinlikle değiştirecek. Hayatımızın her alanında kimyanın ne kadar önemli olduğunu görebileceksiniz. Kozmetik alanından, ilaç sektörüne, tekstil sektöründen, gıda sektörüne her alanda çalışabilirsiniz. Benim en çok ilaç sektörü ilgimi çekiyordu. Biyokimya, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi alanlarda kimyanın mükemmelliğini görebiliyorsunuz. Bölümümüzün hocaları alanında çok saygın kişiler. Yurt içi ve yurt dışında farklı üniversitelerde yüksek lisans ve doktoralarını tamamlayan eğitim görevlileri inanılmaz cana yakın insanlar. Ve birçok inanılmaz araştırmalar yapıyorlar. Bölümde genel kimya ile başlayıp, analitik kimya, instrumental kimya, fizikokimya, biyokimya, organik ve inorganik kimya ile devam eden bir eğitim hayatı geçiriyorsunuz. Bu yıllar içinde farklı yabancı diller, sinema, spor, sanat gibi farklı alanlarda da dersler alabiliyor ve sertifikalar kazanabiliyorsunuz.

Daha fazla sorunuz varsa ve ilginizi çekiyorsa: mehhmetcatal@gmail.com




Boğaziçi Üniversitesine gelince, sanırım bu okulu seçmek eğitim hayatım için verdiğim en iyi kararlardan birisiydi. 2011 yılında giriş yaptığımda okulun özgürlükçü düşünce yapısı, sorgulayıcı ve üretici bakış açısı beni gerçekten mutlu etmişti. (Tabi şu sıralar ne yazık ki eski apolitik halini kaybetmeye ve o özgürlükçü ruhunu yitirmeye başladı ama yeni gelecek olanlarla bunun tekrar kazanılabileceğini düşünüyorum) Kimlik kontrolü olmadan giriş yapıldığını ilk gördüğümde bir üniversitenin çalışanı ve okuyanıyla, gelen ziyaretçisiyle ne kadar da güzel bir alan olabildiğini gördüm. Güney meydanda çimlerde güneşlenen insanlarıyla, kedileriyle, festivalleri, konserleriyle, etkinlikleri, kulüpleriyle Türkiye içerisinde farklı bir yerdi. Eş cinseli, ateisti, müslümanı, kadını, erkeği, alkolü, zemzemi kimse kimseye karışmadan yaşıyordu. Çok geçmiş zaman eki kullandım. Evet, hala bunları yapabiliyoruz ama eskisi gibi değil. (Bu noktada bu okulu seçecek arkadaşlar, lütfen farklı fikirlere saygı duymayan biriyseniz Boğaziçi size göre değil) Yine de güzel bir okul. Birçok kulüp etkinliğiyle, sinema salonuyla, Taşoda festivaliyle, Sportfest ile, spor salonları, spor alanları, yüzme havuzları ile size birçok fırsat sunuyor. Birçok yabancı dili, o dili ana dili olarak kullanan insanlardan ders alarak öğrenebiliyorsunuz. Erasmus/Exchange programı ile neredeyse dünyanın her kıtasına gidebiliyorsunuz.

Boğaziçi hakkında daha fazla sorunuz varsa: mehhmetcatal@gmail.com

Kısaca böyle arkadaşlar, bilmiyorum kafanızda bir şeyler oturdu mu, bir şeyler anlatabildim mi. Umarım güzel bir üniversite hayatı geçirirsiniz ama unutmayın seçtiğin bölüm değil, kendinize neler kattığınız ve kendinizi ne kadar geliştirdiğiniz size ileride iş bulmanızda yardımcı olacak :)

Bu arada bu konu hakkında geçen sene yaptığım videoyu izlemek isterseniz aşağıda! :) Sorularınızı yorum olarak alabilirim.


23 Mart 2017 Perşembe

Merhaba Dünyalı (Martian Child)

Herkes gibi olmak iyi bir şey mi? -Dennis

 Yıllar sonra yine denk geldim bu harika filme ve sanki ilk kez izliyormuş gibi zevk aldım her dakikasından. Evet, bir film önerisi bölümde daha yine buradayım. Bir önceki önerilerimi okuyup, filmleri izleyen ve çok seven birçok kişiden mesaj aldım ve bu önerileri daha sık yapmamı söylediler. Ben de hazır bu mükemmel filmi tekrar izlemişken sizlere de önermek istedim. Yazının devamı film için spoiler içerebilir, o yüzden okumayı burada bırakıp filmi izleyip tekrar gelebilirsiniz, pişman olmayacaksınız.

2007 yapımı olan Martian Child (Merhaba Dünyalı) ailesi tarafından terk edilen bir çocuğun, tekrar terk edilmekten korkması sonucu dünyayı nasıl anlamaya çalıştığını, ona karşı nasıl gibi bir savunma kalkanı oluşturabileceğini anlatan bir film. Dennis, diğer çocuklardan biraz farklı. Ailesi tarafından küçük yaşta terk edilen Dennis, kendisinin bir Marslı olduğuna inanıyor. Yetimhanede gününün tamamını bir karton kutu içerisinde geçirip, beline uçmasını engellemek için bir ağırlık kemeri takıyor. Diğer çocuklarla da konuşmuyor. 

David ise eşini yakın zamanda kaybetmiş bir bilim kurgu yazarı. Ve hayat, David ile Dennis'i bir noktada birleştiriyor. 

Çocuklar dünyaya yeni gelmiş birer uzaylı gibi aslında. Meraklı, öğrenmeye aç ve sürekli çevrelerini gözlemleyerek, yapılanları, olanları kopyalayarak uyum sağlamaya çalışıyorlar. Dennis ise gerçekten uzaylı olduğunu düşünüyor. Ailesinin onu terk etmiş olmasını kabullenmeyerek kendine böyle bir hikaye oluşturan Dennis için filmi izlemeye devam ettikçe acaba gerçekten bir uzaylı olup olmadığını sorguluyor insan.


Farklılıkların, nasıl diğer insanlar tarafından, toplum tarafından bastırılmaya çalıştığını izliyoruz filmde. Bulunduğu ortama uyum sağlamaya çalışmanın, kendin olarak insanlara benliğini kabul ettirmenin ne kadar zor olduğunu izliyoruz. Ama ne olursa olsun asla ama asla ama asla asla asla asla ama asla pes etmemelisin. Eğer pes etmezsen ve insanlara olduğun kişiyi anlatmaya çalışırsan zamanla sen de toplumda kendine bir yer bulabilirsin. Dennis bunu başarıyor. Bir insan olmanın ne demek olduğunu öğreniyor zamanlar. Ve insanlara bir uzaylının nasıl sevileceğini...

Kimi zaman fazlasıyla duygulandığım, kimi zaman gülmekten karnıma ağrılar giren bu filmi mutlaka izlemenizi öneriyorum.

YouTube Kısıtlı Mod (Restricted Mode) - Neden LGBTQ+ Temalı Videolar Yok Oldu?

Son zamanlarda YouTube üzerinde bir konu fazlasıyla tartışılmaya başlandı. Yabancı YouTuberlar bu konu üzerinde yüzlerce video paylaşsalar da Türkiye'de henüz bununla alakalı bir içerik üretilmedi. Üstelik bu uygulama Türkiye'deki birçok YouTuber'ı da etkileyen bir uygulama olmasına rağmen...

Kısıtlı Mod (Restricted Mode)




Kısıtlı Mod, adından da anlaşıldığı üzere izleyenlere filtrelenmiş sonuçlar sunarak, aile ve çocuklar için daha uygun içeriklerin gösterilmesini sağlayan bir uygulama. Bu uygulama 2010 yılından bu yana YouTube üzerinde bulunmasına rağmen, son birkaç haftadır büyük bir tepki ile karşılaştı. Uygulama, düşünce olarak, teoride güzel bir uygulama ancak bu uygulamayı hayata geçirirken, YouTube biraz işleri karıştırdı gibi görünüyor. 

Kısıtlı modu aktive ettiğiniz zaman, YouTube tarafından "çocuklar için uygun olmayan içerik" nedeniyle birçok video görünmüyor, arama sekmesinde kanalları aradığınız zaman kanallar çıkmıyor. Asıl amacı cinsellik, küfür, şiddet içeren ve çocuklar için güvenli olmayan içeriklerin engellenmesi olan bu uygulamada bazı YouTuber'lar belli başlı grupların da hedef alındığını fark etmeye başladı. Bunlar içerisinde makyaj kanalları, oyun kanalları ve LGBT+ üyesi olan kullanıcıların videoları ve kanalları bu engellemeyle karşılaştı. 

Benim kız kardeşim 12 yaşında ve YouTube videolarını çok fazla izliyor. Oyun kanalları özellikle ilgisini çeken kanallar arasında ve çoğu oyun kanalı aşırı küfür içerikli videolar paylaşabiliyor. Kanalların bu şekilde videolar paylaşmasına herhangi bir sözüm yok. Eğer bunları paylaşmak istiyorsa paylaşabilirler elbette ancak kardeşimin bu videoları görmesini istemem de benim en doğal haklarımdan birisi. Ancak Kısıtlı modu açtığım zaman, küfürlü ve cinsellik içeren videolar yanında birçok bu kategoriye girmeyen videoların da silindiğini fark ettim. Özellikle LGBT+ üyesi olan bütün YouTuber'ların kanalları ve videoları görünmemeye başladı. HER BİRİSİ.

Bunu ilk fark edenlerden birisi LGBT+ aktivisti olan bir YouTuber Fiona oldu. 


Fiona, bu uygulamayı duyduğunda, kendi kanalında denemek istedi ve denedikten sonra sadece LGBT+ içeriklere sahip olan videoların yok olduğunu gördü. Biseksüel olan bir YouTube kanalı, heteroseksüel ilişkilerini anlattığı videolar kanalında dururken, eşcinsel ilişkerini içeren bütün videolarının kalktığını gördü.

Yine sekiz milyon aboneye sahip Tyler Oakley aynı modu kendi kanalında uyguladığında, kanalının görünmediğini ve birçok videosunun kalktığını fark etti. Bunlardan birisini şu şekilde bir tweet ile dile getirdi:


"Bana ilham veren 8 siyahi öncü isimli videomu bu mod açıkken göremiyorum"

Bunun gibi onlarca YouTube kanalı ve videosu görünmemeye başladı ve bu haliyle insanların LGBTQ+ içeriklerinin çocuklar için uygun olup olmadığını sormaya itti.

Bir YouTube kanalı, bu uygulamayı denemek için arama sekmesine "Fuck" "Porn" gibi içerikler yazdığında YouTube üzerinde cinsel içerikli videolara hala ulaşılabileceğini gösterip, bu uygulamada hatalar olduğunu anlatan bir video paylaştı.

Yine başka bir YouTuber kanalında "Eşcinseller hakkında nefret ettiğim şeyler" isimli videosunun neden kalkmadığını merak ettiğini anlatan bir tweet paylaştı. Bu gibi gönderilerin kaldırılmayıp, birçok kişiye yardımının dokunacağı videoların kaldırılması tartışmayı daha da alevlendirdi.


Tüm bunlar üzerine YouTube bir hata yaptığını açıklayan yazı paylaşıp, bunun düzeltilmesi için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi. Bir tweet'de LGBTQ+ üyelerinin YouTube'un büyük bir parçası olduğunu ve onları her zaman desteklediklerini açıklayan YouTube bu uygulamanın böyle sonuçlandığı için özür diledi. 


Benim şahsi düşüncemi soracak olursanız, bu uygulama ilk olarak reklam verenlerin yüzünden gerçekleşmiş olabilir. Reklam veren şirketler, video içeriklerinde çok kısıtlı maddeler koyabiliyorlar. Bunları sponsorlu videolarda çok rahat bir biçimde görebiliyorsunuz ya da video öncesinde çıkan reklamlarda. Bu uygulamanın, ilk başta yerleşmesinin nedeni çocuklara daha güvenli bir arama seçeneği sunmak olsa da, reklam verenlerin bu duruma gelmesinde bir payı da olabilir.

Bir diğer neden de,YouTube üzerinde otomatik etiketleme üzerinden videoların kaldırılması ya da kanalların görünmemesi olabilir. YouTube hesabı ve kanalı olanlar bilirler ki, bazı kelimeleri kendi kanalınızda yasaklı kelimeler listesine eklerseniz, o kelimeleri içeren yorumlar ve mesajlar sizlerin kanalınızda ve yorumlarınızda görünmeyecektir. YouTube içerisinde LGBTQ+ sözcükleri içeren etiketlemeler yaptıysa bu kanalların ve videoların birden ortadan kalkması fazlasıyla mantıklı.

Her ne olursa olsun YouTube hatasının farkına varıp bunu düzeltmek için çalışmalara başladı. LGBTQ+ içeriklerinin çocuklar için uygun olmadığı düşüncesi, aksine cinsel kimlikle savaşan çocuklara yardımcı olabileceği kabul edildi ki böyle de olmalı. Birçok genç, bu gibi cinsel kimlik çatışmaları yaşıyor ve çoğu belki de kendi canına kıyabiliyor. YouTube, LGBTQ+ topluluğu için çok önemli ve büyük bir ses oldu. Coming Out videoları, birbirine yardım eden ve bu gibi durumların üstesinden nasıl gelineceğini anlatan onlarca, yüzlerce kanal var. Önemli olanın cinsel yönelim, cinsiyet ayrımı değil de kişinin dünyaya vermek istedikleri olduğunu anlatan bir çok videonun olduğu bir platform YouTube. Öyle de olmaya devam etmeli.

Son olarak ben de kısıtlı modu kanalımda açtığımda tek bir videomun görünmediğini fark ettim, o da "Anneme SEKS yaptığımı söyledim (Telefon Şakası)" videosu. Ve bu durumdan şikayetçi değilim çünkü o video içeriği yaşı küçük olan izleyiciler için pek de uygun değil ama insan hakları, cinsiyet hakları konusunda olan videoların kaldırılması kabul edilemez. 

Türk YouTuberlar da bu konudan etkilendi, Kısıtlı Mod açık bir şekilde arattığımda, Danla Biliç, Kafalar, Orkun Işıtmak, Berkcan Güven ve Enes Batur gibi bir milyon aboneyi geçen kanalların görünmediğini fark ettim.

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu sizce YouTube gibi büyük bir şirketin bilmeden yaptığı bir hata mı, yoksa zaten amaç buydu ve fazla tepki alınca bunu geri çevirme kararı mı aldı?

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

5 Mart 2017 Pazar

Passengers Yeni Titanic mi?

Az önce Passengers filmini izlemeyi bitirdim. Filmi izlerken bir an heyecanlanıp "Bir dakika bu film, Titanik filmine çok benziyor. Bununla ilgili bir yazı yazmalıyım" dedim hemen. O kadar heyecanlanmıştım ki bu düşüncenin sadece benim aklıma gelmemiş olabileceğini düşünemedim bile. Sonra Google'da Passengers is the new Titanic diye aratınca aslında bununla alakalı bir çok yazının yazıldığını gördüm. Ama bu beni kendi düşüncelerimi açıklamaktan geri koymayacak. Bu uzun girişi de "Ya kanka zaten bununla alakalı onlarca yazı yazıldı, sen ne alaka kopyalıyorsun onları" diyenlere bir açıklama olsun diye yazdım.

Her neyse.

Yazının devamında her iki film için de spoiler içeriyor. O yüzden izlemeyenleriniz varsa devamını okumamanızı tavsiye ediyorum.





















Passengers filminin Titanic filmine benzediğini düşündüğüm ilk an, uzay gemisinin kaptanının öldüğü an oldu. Titanic filminde olduğu gibi, üniforması içerisinde onurlu bir şekilde ölüyordu. Bu noktadan sonra iki film arasındaki bağlantıları düşünmeye başladım. Her iki film de, iki farklı ekonomik durumdan, iki farklı sınıftan gelen karakterleri barındırıyordu. Gelir durumu daha az olan erkek (Titanic'de Jack - Passengers'da Jim) ve ekonomik durumu fazlasıyla iyi olan kadın (Titanic'de Rose - Passengers'da Aurora) Bu arada erkek karakterlerinin ikisinin de isminin J ile başlayıp çok yaygın isimler olması ve kadınların isimlerinin birer bitki ismi olması da heyecanlandırdı. Erkek karakterler gemiye para vererek bilet almıyorlardı. Jake bir kumarda kazandığı bilet ile, Jim ise karşılıklı anlaşma yaptığı şirketin, onun biletini alması ile gemiye biniyordu. İki ana karakter birbirine aşık oluyor, kavga ediyor sonra yine birleşiyorlardı. Her iki filmde de batmayacağı düşünülen iki gemi var ve iki gemide hasar görüyordu. 

Beni en çok heyecanlandıran şeyler repliklerin benzerliği oldu. 

Titanic filminde gemi batarken Rose, Jack'e "where you go, I go" diyordu. Passengers filminde ise Aurora Jim'e "You die, I die" diyor. Bunlar her ne kadar farklı olsa da anlam açısından bir noktada aynı yere çıkıyor ve aynı ortamlarda söyleniyordu. İkinci olarak Titanic filminde Jack suya batarken "Jack, come back Jack" diyordu Rose, Passengers filminde ise Aurora "Come back Jim" diye çağrıda bulunuyordu Jim baya baya ölüme giderken. 

Her iki film de kadın bir dış ses tarafından seslendiriliyordu. Titanic filminde hikaye anlatan bir ana karakter kadın, Passengers filminde yazdığı kitabı okuyan, seslendiren bir ana karakter kadın. Her iki filmin sonu da daha farklı mutlu bitebilecek iken, gelin görün ki olaylar pek de öyle olmuyor. O tahta kapıya ikiniz de sığabilirdiniz! Ya da Gemide hani her şeyin yedeği bir ikincisi vardı Jim!?

Eminim ilk aklıma geldiğinde internette aratıp bulduğum makaleleri okusam daha fazla benzerlikler bulabilirim ama benim gözüme çarpanlar bunlardı. Morten Tyldum (Passengers yönetmeni) sanırım biraz akıllı davranarak, yıllar öncesinin efsane filmi olan Titanic'i günümüz dünyasına, uzay çağına uyarlayıp tekrar izleyici önüne sundu. Bu kopyalamaktan çok, ortada bulunan kemik yapıyı kendi dokunuşlarında başka bir şekle dönüştürmek. O yüzden başarılı bir film diyor ve alkışlıyorum. Film hakkında daha psikolojik bir eleştiriye gelirsek uzun bir yazı yazabilirim bu konuda ama bunu bir sonraki sefere bırakıyorum. Bu yazının ana amacından şaşmayalım. 

Siz bu iki film arasında ne gibi farklılıklar buldunuz? Yorumlara yazarsanız konuşabiliriz daha fazla. O zaman bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

27 Ocak 2017 Cuma

Senin 3 Büyük Korkun Ne?

Bir sene önce bu zamanlarda bir not defterine üç büyük korkumu yazdım ve kendime, bunları bir sene içerisinde aşacağıma dair meydan okudum. Bunu takip ettiğim bir YouTuber (Jack Innanen) yapmıştı ve ben de bir şans vermek istedim. Yazdığım üç büyük korkum şunlardı:

  1. Başarısızlık
  2. Sosyalleşme
  3. Ölüm

Çoğu zaman korkularımızı yenmemiz için bize önerilen şey; onlarla yüzyüze gelmemiz. Örümcek korkunuz varsa, bunu yenmek için bir örümceği elinize alabilir ve korkunuzla yüzleşebilirsiniz. Ama bazı korkular vardır ki onlarla yüzyüze gelmemiz pek de mümkün değil. Bu durumda yapabileceğimiz tek şey, onları kabul edip onlarla nasıl yaşayacağımız konusuda çareler üretmek.

İlk korkum başarısızlıktı. Bir şeylerde başarısız olmak, eksik hissetmeme neden oluyordu. Bu korkum yüzünden çoğu zaman bir işe başlamadan vazgeçiyordum. Hiç yapmamak, başarısız olmaktan daha iyi gibi görünüyordu. Başarısız olduğum zaman yetersiz olduğumu düşünüyordum. Evet, bir noktada doğruydu bu ama yeterli bir düzeye gelebilmek için bu yollardan geçmemiz gerekiyordu. Başarılı olacağımdan emin olduğum işleyere giriyordum sadece. Ve bu kendimi geliştirmeme engel oluyordu bir süre sonra. Bir yıl boyunca "Ben bunu yapamam." cümlesini kurmama kararı aldım. "Eğer üzerinde çalışırsam ben bunun üstesinden gelirim" demeye başladım. Evet bu zor oldu. Kimi zaman yine yapamam, başarısız olurum diye düşünüp bıraktığım da oldu ama kendimi bunu yapmamaya zorladım. Ve değişimi görmek gerçekten güzeldi. Bu değişim bir günde olan bir şey değildi. Hiçbir şey bir günde değişmeyecekti ve ben zamana bırakıp sabretmeye karar verdim. Aradan bir sene geçti. Tam anlamıyla bu korkumun üstesinden geldiğimi söyleyemem ama onunla yaşamayı öğrendim.

İkinci korkum sosyalleşmeydi. Her ne kadar dışa dönük biri gibi görünsem de aslında içe dönük bir insanım. Yeni insanlarla tanışmak benim için her zaman zor olmuştur. Bu zamana kadar beş altı il değiştirdim ve sürekli yeni bir çevre ile karşılaştım. Küçüklüğümden bu yana, eğer birisi ile anlaşabilmek istiyorsan onlara duymak istediklerini ver felsefesi ile yaşadım ve bu, zamanla yalan söyleme yeteneğimi geliştirdi. Evet bu kötü bir şey, bunun üstesinden gelmeye çalışıyorum ama böyleydi. Yeni bir çevreye girmek, yeni bir iş, bir parti, bir toplantı benim için büyük bir meydan okumaydı. Anksiyete ve panik atak geçmişimi de düşününce sosyal kaygı daha da artmıştı. Yine de geçen seneye göre bunun da üstesinden gelmek için elimden geleni yaptım. Duru ile "Sosyalleşme Challenge" bile yaptık ve bu ister inanın ister inanmayın benim için büyük bir şey. Daha çok partiye gittim, daha dışa dönük olmaya çalıştım ve dürüst olmak gerekirse bu bana çok iyi geldi.

Üçüncü korkum ölümdü. Küçüklüğümden bu yana ölüm en büyük korkum oldu benim. Bir gün şu an yaşadığım her şeyin birden bitecek olma fikri fazlasıyla korkutuyordu. Bir gün, sürekli gelişen ve devam eden dünyanın bir parçası olamama düşüncesi çoğu zaman uykularımın kaçmasına neden oluyordu. Mevsimleri yeniden yaşayamama, gökyüzüne tekrar bakamama, insanların beni unutacak olması, yeni filmler, yeni kitaplar, yeni şarkılar... Ve sonrasındaki o büyük karanlık, boşluk ve hiçlik. Ama ölüm hayatımızın bir parçası. Kaçınılmaz son. Bir gün hepimiz bunu deneyimleyeceğiz ve şu an nefes alabiliyorsam, bir şarkıya eşlik edebiliyorsam, sevdiklerimle takılabiliyorsam, ölümü düşünerek içinde bulunduğum anı mahvetmemem gerektiğini kabul ettim. Evet bir gün yok olacağım. Evet bir gün burada paylaştığım bu videolar da yok olacak, yazdığım yazılar, sınavdan aldığım düşük noklar, kalp kırıklıklarım ve insanlar beni unutacak ama ben şu an varım ve şu anı mükemmel kılmak için elimden geleni yapmalıyım. Yapmalıyız! Ölüm korkumu yenmedim ama onunla nasıl yaşamam gerektiğini öğrendim.

Peki sizlerin üç büyük korkusu ne? Bunları yorumlara yazın ve kendimize meydan okuyalım, bir sene sonra eğer hepimiz yine burada olursak o korkuları yenebilmiş miyiz ya da onlarla yaşamayı öğrenebilmiş miyiz bakalım. Çünkü biliyorum ki inanırsak bunu başarabiliriz, başarabilirsiniz. Ve son olarak; hayat güzel, hazır elinizde iken tadını çıkarın.

25 Ocak 2017 Çarşamba

Hem Erkeklere Hem Kadınlara Stil Önerileri



Bu zamana kadar birçok kez kıyafetlerim ve giyim tarzım ile ilgili güzel yorumlar aldım. Modayı takip eden birisi değilim, bu konuya çok fazla dikkat etmem. Instagram üzerinde Men Fashion sayfam falan da yok. Sadece bana uygun olduğunu, bana yakışacağını düşündüğüm şeyleri bir araya getirir ve giyerim. Ama bunları yaparken kendime göre uyduğum birkaç kuralım var tabi ve bunları da bir araya getirip bir blog yazısı yazmaya karar verdim. Bu birkaç öneri sadece erkekler için değil, kadınlar için de geçerli. Çünkü, tahminimce, fazlasıyla genel öneriler.

1. Eğer çok dikkat etmiyorsanız modaya, alacağınız kıyafetlerin renklerini koyu pastellerden seçin. Nasıl kombinlerseniz kombinleyin mutlaka birbiri ile güzel görünecektir. Beyaz ve siyah her zaman sizin dostunuz. Dolabınızda mutlaka beyaz ve siyaha önem verin. Hem günlük, hem resmi kullanabilirsiniz bu ikisini. ve neredeyse her şey ile kombinleyebilirsiniz. 


2. Nicelikten çok niteliğe önem verin. Çok fazla kıyafetim yok benim ama aldıklarımı, uzun süre giyebileceğim ve uzun süre dayanabilecek şeylerden seçiyorum. (Büyük al seneye de giyer felsefesinin bünyede yarattığı etki ☺) Üç yıldır kullandığım bir kazağım var, yine üç yıldır kullandığım bir polarım var. Dört yıldır kullandığım bir sırt çantam. Ve bunları hala giymekten zevk alıyorum. Hem neler ile kombinleyeceğimi biliyor, hem yeni alacağım şeyleri, onlarla nasıl gideceğini düşünerek alıyorum. Aslında bunu yapmamdaki bir neden de sanırım şu: ben bir şeyleri atmaya kıyamıyorum. Hepsinin birer anısı ve hatırası var ve onları yanımda taşımak mutlu ediyor. 

3. Kollarınızı katlayın. Bu bir tişört de olsa, bir gömlek de olsa mutlaka kollarınızı katlayın. Bana güvenin, gerçekten tüm havayı değiştirecek.

4. Küçük aksesuarlardan korkmayın. Bu küçük bir rozet olabilir, bir kolye olabilir, bir saat, bir bileklik, bir şapka olabilir. Mutlaka en az bir tanesini kullanın! (Fazla da abartıp, bijuteri vitrini gibi olmayın)

5. Aşırı şık giyinmekten hiçbir zaman korkmayın. Bununla çoğu kez karşılaştım. Birçok arkadaşım, dışarı çıkarken giyindikten sonra yanıma gelip "sence fazla mı oldu, değiştirsem mi" diye sordu ve her zaman onlara şık giyinmekten çekinme dedim. Çünkü bu her zaman güzel bir tepki alacak. Kötü yorum yapanlar da kıskandıkları için yapacaklar. Ayrıca illa ki bir şey eleştirilecekse onların, bu şekilde giyinmemesini eleştirelim. Kendini önemsiyor olman kötü bir şey değil çünkü. 

6. (ve en önemlisi) Kendinize neyin yakıştığını düşünüyorsanız ve neyin içinde kendinizi daha rahat hissediyorsanız onu giyin. Çünkü kurallar, yıkılmak için varlar.

Twitter: codymehmetcatal
Instagram: codymehmetcatal


21 Ocak 2017 Cumartesi

MOANA | Prenses Olmayan Bir Disney Prensesi

"Eğer bir elbise giyiyorsan ve bir evcil hayvanın varsa sen bir prensessin"
Moana ise bir prensesten daha fazlası olduğunu çok güzel bir şekilde anlattı. Ya da bir prensesin yeni tanımını yaptı! Hangisini kabul ederseniz.

2017 animasyon dünyası için yine mükemmel bir yıl olacak gibi görünüyor. Ve buna en güzel örnek de bugün yayına giren Moana! Bu sabah benim gibi büyük bir Disney hayranı olan kardeşim ile birlikte yeni Disney filmi olan Moana'yı izlemeye gittik sinemaya. 


Moana, yönetmenliğini John Musker ve Ron Clements'in yaptığı Amerikan yapımı bir animasyon filmi. Kelime anlamı "Derin Deniz" olan Moana, küçüklüğünden beri diğer çocuklarından farklı olarak büyüdü adada. Adanın yönetimini elinde tutan babası, geçmişte yaşadıkları sıkıntılar yüzünden adadan hiç kimsenin ayrılmasını, hiç kimsenin deniz ile çok da içli dışlı olmasını istemiyor ama Moana'yı deniz çağırıyordu. Hem de henüz küçük bir kız çocuğu olduğundan bu yana.

Filmle ilgili bir şey anlatmayacağım. Mutlaka gidip izlemeniz gereken, harika şarkıları, mükemmel bir kadrosu ve inanılmaz güzel mesajları bulunan bir film. Ben daha farklı bir yönden ele alacağım Moana'yı.

Disney, son zamanlarda ortaya çıkardıkları animasyonlarda prenseslere, bu zamana kadar yüklenen o belli başlı niteliklerin dışında özellikler yükleme başladı ve bu HARİKA bir şey! O mükemmel kişilik, yaratılıp ekranlara, çocukların karşısına koyulan, beyaz tenli, ipek gibi yumuşak, düz ve harika saçları olan ve bir Prens'e ihtiyaç duyan Prenses modeli yerini kendi ayakları üzerinde durabilen, farlı ten renklerindeki, farklı saç tiplerindeki kişilere bıraktı.

Evet, çoğunuzun bunun ne etkisi olacağını, alt tarafı bir çizgi film karakteri olduğunu söylediğini duyar gibiyim. Ancak, durum bundan daha fazlası. Ekranda, her şeyi ile mükemmel olan bir kadın figürü görüyordu kız çocuklarımız ve büyüdükçe onlar gibi olmak istemeleri kaçınılmaz bir son oluyordu. Üstelik bu zamana kadar gelen Prenseslerin mutlu olmak için, hayatta kalabilmek için bir Prense ihtiyaç duymaları, kızların diğerlerine olan bağımlılığını arttırıyordu. Beyaz tene sahip olma, düz saçlara sahip olma isteği, kız çocuklarına, büyüdükçe kendilerini değiştirmeleri gerektiğini, ancak bu yolla toplum tarafından kabul edilebileceklerini ve güzel olacaklarını düşündürüyordu. Bunu kendi kız kardeşimden biliyorum.  Hatta yakın zamanlarda DOVE markası bununla ilgili bir reklam filmi bile yaptı. Her 10 kız çocuğundan 6'sı, sahip olduğu kıvırcık saçtan memnun değil. Çünkü güzel olmadığını düşünüyor.



Bu onlarca örnekten sadece birisi. Bunun nedeni ne yazık ki bu zamana kadar karşımıza çıkartılan animasyon filmlerdi. Ancak Disney buna bir dur diyerek, önce herhangi bir erkeğe ihtiyaç duymayan Elsa'yı, ardından da yine kendi ayakları üzerinde durabilen, farklı renk tene ve farklı tip saça sahip Moana'yı yarattı. Karlar ülkesinde, sabah uyandığında, saçı başı biririne girmiş Anna'yı gördük. Moana'da sürekli yüzünün önüne gelen kıvırcık saçlarını gördük. Her ikisi de bir Prens'e ihtiyaç duymadan, yapmak istediklerini yapabileceklerini çok güzel bir şekilde anlattı.

Moana, her ne kadar film boyunca, zorlukların üstesinden gelebilmek için bir erkeğe (yarı tanrı olan Maou) ihtiyaç duyduğunu hissetse de sonunda görüyoruz ki kafaya koyduğu sürece hiç kimseye ihtiyaç duymadan istediği her şeyi yapabilir.

Animasyon dünyasında Disney, farklılığın kötü olmadığını, aksine bizi biz yaptığını göstermeye kararlı gibi görünüyor. Bir sonraki filmlerini sabırsızlıkla bekliyorum. Bu arada filmdeki bu şarkıya da fazlasıyla taktım!

16 Ocak 2017 Pazartesi

Liseden Mezun Olmadan Önce İzlemeniz Gereken 15 Film

Bir süredir aktif değildim buralarda ama bundan sonra düzenli olarak gönderi paylaşmaya devam edeceğim. O zaman tekrardan merhaba. Blog üzerinde yazılan yazılardan haberdar olmak için sağ tarafta bulunan "izleyiciler" kısmından takip edebilirsiniz beni. Uzun süredir film önerisi yapmam istendi. Ben de 15 filmlik bir liste hazırladım: "Liseden Mezun Olmadan Önce İzlemeniz Gereken Filmler" Hepsini seveceğinize eminim. Karakterimizin yeni yeni şekillenmeye başladığı lise dönemlerinde yaşadıklarımızı hiçbir zaman unutmuyoruz. Ama şu bir gerçek ki hepsini hepimiz yaşıyoruz. Keyifli izlemeler

1. The Perks of Being A Wallflower (Saksı Olmanın Faydaları)

Charlie isimli, içe dönük bir lise öğrencisinin arkadaş edinme ve aşık olma anılarını anlattığı, kitaptan uyarlanma bir film. Karakterimizin oluştuğu lise dönemlerinde belki çoğu zaman bazı şeyleri ilk kez yaşıyoruz. İlk kez gerçekten aşık oluyoruz, ilk kez ne olmak istediğimize karar veriyoruz, ilk kez ölümün gerçekten ne olduğunu hissediyoruz. 

“I think that if I ever have kids, and they are upset, I won't tell them that people are starving in China or anything like that because it wouldn't change the fact that they were upset. And even if somebody else has it much worse, that doesn't really change the fact that you have what you have.”
2. The Breakfast Club (Kahvaltı Kulübü)

Beş farklı karakter, bir oda ve birkaç saat. Farklılıkların aslında o kadar da farklı olmadığını çok güzel bir biçimde anlatan, karşıdakinin hikayelerini dinlediğin sürece ve hayata onun penceresinden bakabildiğin sürece aslında birbirimizden o kadar da farklı olmadığımızı anlatan bir Amerikan gençlik filmi. (Benim de favorilerimden birisi.) Aslında hepimiz biraz garibiz. Sadece bazılarımız bunu saklamada daha iyiler.


"We're all pretty bizarre. Some of us are just better at hiding it, that's all."
3. Ferris Bueller's Day Off (Ferris Bueller'la Bir Gün)

 En sevdiğim filmler listesinde yine üst sıralarda yer alan bir film. Ferris isimli bir lise öğrencisinin okulun bir günün asıp iki arkadaşı ile yaptıkları şeyleri anlatıyor. Ne yaparsa yapsın başı belaya girmeyen ve her şeyden kurtulan Ferris ve yaptıkları şeylerden tedirgin olup yapmak istemeyen ama yine de Ferris'i yalnız bırakmayan arkadaşı Cameron.


"I do have a test today, that wasn't bullshit. It's on European Socialism. I'm not European, nor do I plan on being European, so who gives a crap if they're socialists? It still wouldn't change the fact that I don't own a car!"
4. Stuck in Love (Aşkla Bağlı)


 İlk kez aşık olan birisi, aşktan canı yanan birisi ve canı yanmış, bunu düzeltmek isteyen birisi... Bu filmin içerisinde aradığınız her şeyi bulabilirsinir. Bunun alakalı yazımı da okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

"My biggest mistake was thinking you could fix me. Only I can fix me."






5. The Spectacular Now (Şu an Muhteşem) 

Geleceğe dair herhangi bir planı olmayan bir çocuk ile, bilim kurgu romanları seven, ve biraz içe dönük olan bir kızım bir sabah şans eseri karşılaşmaları ile başlayan güzel bir hikayenin anlatıldığı bir film. Şu an ileride ne olacağını bilmemenin aslında düşündüğün kadar kötü olmadığını gösteren ve yanında olan insanların seni zamanla şekillendirdiğini gördüğümüz bir film.


"The best thing about now, is that there's another one tomorrow."
6. It’s Kind of a Funny Story (Bir Çeşit Komik Hikaye)


Hayatı istediği gitmeyen ve olumsuzluklar yüzünden depresyona girmiş olan Craig isimli genç, tüm çabalara rağmen bundan kurtulamaz ve sonunda yetişkin insanların bulunduğu bir psikiyatri kliniğinde yardım almaya başlar. Burada, herşeye yeni bir başlangıç yapacağını düşünen genç adamın, ortamdaki ilginç ve eğlenceli tiplerle tanışınca düşünceleri değişir.
Yine kitaptan uyarlanan bir film.


“I didn't want to wake up. I was having a much better time asleep. And that's really sad. It was almost like a reverse nightmare, like when you wake up from a nightmare you're so relieved. I woke up into a nightmare.”
7. The Fault in Our Stars (Aynı Yıldızın Altında)

İki genç, kanseri mercek altına alan bir destek grubunda bir araya gelirler ve burada tanışırlar. Gus, bir protez bacağa sahiptir ve bununla dalga geçen bir erkektir, Hazel ise oksijen aletine bağlı yaşamaya mahkum bir kızdır. Bu ilginç tanışma sonrasında büyük bir aşk başlar.
Evet kulağa çok cheesy bir gençlik filmi gibi geliyor ama izlemelisiniz mutlaka! 


“Sometimes, you read a book and it fills you with this weird evangelical zeal, and you become convinced that the shattered world will never be put back together unless and until all living humans read the book.”

8. Paper Towns (Kağıttan Kentler) 



Ortadan kaybolan bir kız. Onu bulmak için ipuçlarını takip eden bir arkadaşı. Ardından bunun aşka dönüşen hikayesi. Yine The Fault in Our Stars kitabının yazarından filme uyarlanan bir film.

“That's always seemed so ridiculous to me, that people want to be around someone because they're pretty. It's like picking your breakfeast cereals based on color instead of taste.”
9. Ben, Earl Ve Ölen Kız / Me and Earl and the Dying Girl

17 yaşındaki Greg Gaines'ın sosyalleşmeyle ilgili sorunları vardır, lise hayatını mümkün olduğunca görünmez bir tip olarak geçirmeyi planlamaktadır. Ancak annesinin hiç de bu durumu kabullenmeye niyeti yoktur. Annesi Greg'in yakın zamanda kanser teşhisi konulan sınıf arkadaşı Rachel ile arkadaşlık kurmasını istemektedir. Greg annesinin bu teklifini isteksizce kabul etmek zorunda kalır ve böylece iki genç arasında hayal bile edemeyecekleri bir dostluk başlar.


“It's like when a kitten tries to bite something to death. The kitten clearly has the cold-blooded murderous instinct of a predator, but at the same time, it's this cute little kitten, and all you want to do is stuff it in a shoebox and shoot a video of it for grandmas to watch on YouTube.”
10. Charlie Bartlett - Charlie İş Başında

Zengin bir burjuva ailesinin şımarık oğlu Charlie, özel okulundan atılıp devlet okuluna verilince, bu yeni başladığı lisede de, doğası gereği uyum zorluğu çeker. Ancak, zamanla sosyal hiyerarşiyi öğrenmeye başladıkça, olumlu davranışları sayesinde okulun öğrencileri için psikiyatrlık yapmaya başlamıştır. Arkadaşlarına yardım ederken onlara verdiği tavsiyelerle kendisine de yardımcı olacak, kendini yeniden tanıyacaktır. Girişimci ruhu ve zekası Charlie'nin hayatını değiştirecektir.
"My name is Charlie Bartlett. If there's one thing I want you guys to walk away with tonight... uh, it's that you guys don't need me. I really mean it. You think I'm any less screwed up than you are? I get up every morning, and I look in the mirror, and I try and figure out just where I fit in. And I draw a complete blank. You guys are looking to me to tell you what to do? You need to stop listening to me. Stop listening to people telling you who you should be! And stop listening to the people who are telling you you're not good enough to do the things that you want to do. You guys have all the answers."
11. The Art of Getting By (Aşk Ödevi)

Kaderci genç George Zinavoy (Freddie Highmore) hayatta idare etme üzerine usta olmuştur. Gerçekte, George pratikte bunu bir yaşam sanatı tarzına döndürmüştür. Fakat George güzel ve karmaşık bir kız olan Sally ile tanışınca, karşısında içindeki miskin dünyayı tam tersine çeviren bir kafa dengi bulur. Onların bu tuhaf ve beklenmedik aşkı George’ya ilham vererek, ona düşünülmeyecek olan şeyi yaptırır.

"I read a quote once when I was a kid "We live alone, We die alone. Everything else is just an illusion." it used to keep me up at night."

12. The way way back (Geri Dönüş Yolu)

Geri Dönüş Yolu izle, Geri Dönüş Yolu full izle, Geri Dönüş Yolu türkçe dublaj izle, Geri Dönüş Yolu hd izle, Duncan daha henüz 4 yaşlarında çocuktur ve oldukça içine kapanık bir yapısı vardır. Bir gün ailesi ile tatile gideceklerdir ve bu tatilde sevgilisi ve onun babasıda olacaktır. Gittikleri yer oldukça güzel ve su parkı bulunan bir yerdir. Owen oranın park müdürüdür ve onunla Duncan güzel bir arkadaşlık kurmuş ve iletişim sorunun birazda olsa aşmıştır. Bu tatil hayat hakkında ona çok şey ögretecektir.


13. About a Boy (Bir Erkek Hakkında)

Will Freeman herhangi bir ideali olmadan yaşayan, parası ve lüks bir evi olan yakışıklı bir adamdır. Babasının yıllar önce Christmas için bestelediği bir şarkının telif gelirleri ile hayatını sürdüren Will'in hayatı, boşanmış kadınları tavlamak için gittiği bir toplantıda tanıştığı bir çocukla değişir. Will bu çocuk sayesinde olgun olmayan tavırlarından uzaklaşıp, büyümüş bir adam gibi hareket etmeye başlayacaktır.

"I wanna be with her more, I wanna be with her all the time, and I wanna tell her things I don't even tell you or mum. And I don't want her to have another boyfriend. I suppose if I could have all those things, I wouldn't really mind if I touched her or not."
14. Easy A (Adı Çıkmış)

Romantik komedi tarzındaki filmlerden hoşlanıyorsanız kesinlikle Adı Çıkmış izlemelisiniz. 2010 yılında gösterime giren filmin süresi 92 dakikadır. Filme getirilen eleştirilerin başında süresinin kısalığı gelse de filmin sinemalar.com puanı 10 puan üzerinden 7,7 puandır. Küçük bir yalanın tüm okula yayılması sonucu gerçekleşen olayları izleyeceğiniz eğlenceli bir film.



"Welcome. This is where the magic happens. And as we all know, by “magic” I mean “nothing.”
15. Struck by Lightning (İlham Perisi)


Bir genç okuduğu ve yaşadığı yeri insanların aptallıklarından dolayı terkedip New Yorka taşınabilmeyi hayal eder. Orada üniversite okumayı düşünmektedir. Alkolik annesinden de kurtulmak ister bu yüzden para biriktirmesi gerekir. Para bulabilmek için arkadaşlarına şantaj yapmaya başlar.


Ben Y Jenerasyonundayım

Ben Y jenerasyonundanım. Diğer adı ile millennials. Yani 1980 ve 2000 yılları arasında doğan jenerasyon ve bizden önceki jenerasyonların hakkımızdaki kötü ve yanlış yorumlarından sıkıldım.
Yapıklarım adına bir önceki jenerasyondan özür dilemeyeceğim.

Onlara göre Y jenerasyonu tembel, bencil, teknolojiye bağımlı, egoist ve hiçbir şey yapmadan milyoner olmak isteyen bir jenerasyon. Peki bu bizim suçumuz mu?

Biz yaratmadığımız bir durumun içine sürüklendik. Küçükken bize hep “Ne istersen olabilirsin ne yapmak istersen yapabilirsin” dendi ama sonra bunun o kadar da doğru olmadığını gördük. Çünkü asıl bir önceki jenerasyon yapmak istediklerini yaptılar zaten. Bize ise geriye kalan parasız stajlar, okul ihtiyaçlarını karşılamak için saati 6 liralık part-time çalışmalar, berbat bir ekonomi ve küresel ısınma gibi şeyleri bıraktılar.

Bunları biz yaratmadık. Bize verildiler ve bizden bunları düzeltmemizi istiyorlar. Küresel ısınma bizim suçumuz değil ama bizim değiştirmemizi istiyorlar, tonlarca para yatırılan savaşları biz başlatmadık ama bizden bitirmemizi bekliyorlar. Elimizden gelenleri yapıyoruz, bozulan ekonomiyi düzeltme, küresel ısınmayı yok etme, ırkçılığı ortadan kaldırma, seksizmi ortadan kaldırma… Ama hey, telefonumda çok vakit geçiriyorum değil mi! Peki neden geçiriyorum biliyor musunuz? En baştan başlayacağım.

Bir işe ihtiyacım var hayatımı devam ettirebilmem için. Bunun için bir diplomaya, diploma için bir üniversiteye gitmem gerekiyor ve okul masraflarımı karşılamak için part-time bir işte çalışmam gerekiyor. Neden mi? Çünkü batırdığınız ekonomide çift maaş giren bir ev bile zor geçiniyor artık. Üniversiteye girmek için bir sınav koyuluyor önüme, hem de BÜTÜN derslerden. İlgi alanım olmayan dersin sorusunu bile çözmem gerekiyor. Diplomayı aldım. Ama o da ne, bir işe başvurmam için en az 3 yıllık deneyim mi istiyorlar? Bunu isteyen kim? Tek bir yabancı dil bile bilmeyen kişiler. Kimden istiyor, en az iki yabancı dil bilen benim jenerasyonumdan. Üniversite döneminde, bana hiçbir şey katmayan ve ayak işlerini yapıp zamanımı boşa harcadığım parasız stajlar da işe yaramıyor anlaşılan. Neyse ki geri kalan boş zamanımdan da fedakârlık edip başka işlere girmişim. Bu arada telefonumda çok takılıyordum değil mi? Gündem artık kâğıt üzerinden takip edilmiyor. Ama bunu “Nasıl e-mail göndereceğim” diyen patronuma anlatmam için önce mail adresinin ne olduğundan bahsetmem gerekiyor sanırım. Telefonumda çok vakit geçiriyorum, çünkü benim gibi gününün 12 saatini okul, part-time iş, staj, sınavlar ile geçiren ve buna rağmen istediklerini elde edemeyen arkadaşımın son paylaştığı instagram fotorğafının altına kalpli emoji koymam gerekiyor. Buna ihtiyacı var. Çünkü depresyonda, panik atağı ve ansiyetesi var ve suçlu kim? Bir düşünelim.
Irkçılıktan, kölelikten, sınıf ayrımında, cinsiyetçi ayrımdan şikayetçi olup düzeltmek için elimizden geleni yapıyoruz, bizden önceki jenerasyon ise “Y jenerasyonu çok şey isteyip, hiçbir şey yapmıyor" diyor. Siyahileri köleleştiren sizlerdiniz, kadınları ikinci sınıf vatandaş statüsüne koyan sizlerdiniz, ekonomiyi batıran, savaşları başlatan sizlerdiniz…

Ama yine de bizim jenerasyon bir şeylerden fedakârlık etmesi gerekiyor hala değil mi ki bir üst jenerasyon kendini iyi hissetsin.

Bu arada parayı savaşa yatırmak yerine eğitime ve yeni iş alanlarına yatırsanız bu bizler için daha güzel olur. Batırdığınız ekonomide iş bulmak için birbirimizi öldürmemize de gerek kalmazdı en azından.

Ben Y jenerasyonundanım ve ben sizin betimlediğiniz o tanıma girmiyorum ve kendi kafanızda kurup bana verdiğiniz sıfat yüzünden de özür dilemiyorum.

Yorumlar