18 Haziran 2014 Çarşamba

Night Train To Lisbon


Orjinal Adı: “Night Train to Lisbon"
Yapımcı Ülke (Country): Germany Switzerland Portugal
Yapım Yılı ve Gösterim Tarihi: 2013 – 13 February 2013
Türü: Romantik , Dram, Gizem
Yönetmen: Bille August
Senarist: Greg Latter, Ulrich Herrmann
Başrollerde: Jeremy Irons, Mélanie Laurent, Jack Huston
Süresi: 111 dakika
IMDB Puanı: 6.8
Benim Puanım: 9.0


Sanırım yazıya başlamadan önce film önerisi için Jessie'ye kocaman sevgiler gönderiyorum. 

Bazı filmler şiir gibidir, anlayabilmek için kendini ona bırakman gerekir. Onun sana sahip olmasına izin vermen, kendini onunla yoğurman ve en önemlisi kendini diğer her şeyden özgür kılman gerekir. Genelde film değerlendirmesi yaparken, filmi izledikten sonra bir süre beklerim. İzlediklerimi sindirmek, anlamak için. Ama bu yazıyı film biter bitmez yazmaya başladım. Neden bilmiyorum ama sanki düşündüklerimi vakit kaybetmeden yazıya dökmem gerekiyor gibi hissettim. Ertelemeden.
“We leave something of ourselves behind when we leave a place, we stay there, even though we go away. And there are things in us that we can find again only by going back there.”
Ne kadar şiirsel bir ifade, değil mi? Ve tüm film böyle ifadelerle dolu. Kitabı okumadım, okumak için can atıyorum. Tekrar döndüğümde İstanbul'a, ilk işim kitabı almak olacak.

Film ilk dakikalarında sizi kendine çekiyor. Satranç, köprü, köprüden uçan siyah şemsiye... O kadar güzel simgelenmiş ki her şey. Bazı anlar, film içerisinde açık bulduğunuzu düşünüyorsunuz, senaryonun boşlukları olduğunu ama birkaç sahne sonra size yanıldığınızı kanıtlıyor ve utandırıyor. Ve bu gerçekten güzel bir şey. Filmin başındaki kadını sonuna kadar merak ediyorsunuz kimdi diye. Yürüttüğüm tahmin sonunda o kadının kim olduğunu bulmuştum ama bulamazsanız da sonlara doğru kendisi anlatıyor zaten her şeyi.
"He was the godless pries"
Her olayın, her durumun iki farklı yüzü olduğunu çok güzel idrak eden bir karakter Amadeu ve diğer karakterler bu durumu anlayamadıkları için ona karşı bazı durumlarda cephe alıyorlardı. O mezuniyet zamanında yaptığı konuşmayı defalarca dinleyebilirim sanırım ve defalarca oradaki insanlara lanet edebilirim birkaç dakikalarını ayırıp dinlemedikleri için. "He was too soft for the resistance" Bu nokta anlatıyor zaten her şey. Yazan insanlar, okuyan insanlar bilirler neyin doğru neyin yanlış olduğunu, (gerçekten okuyanlar, taraf tutan yazıları okuyanlar değil) hiç kimsenin masum olmadığını ya da hiç kimsenin tamamen suçlu olmadığını.

Filmi izlerken, tamamen bağımsız sahneler giriyor araya. Adama bisiklet çarpıp gözlüğünün kırılması gibi. Ancak hiçbir olay tesadüf değildir bana göre. Oysa filmde "Hayatın gerçek yönetmeni tesadüftür -
The real director of life is accident" diyor karakter. Bana göre kırılan gözlük ve yeni taktığına alışma evresi değiştirdiği mekanı ve hayatı simgeliyor. Eski gözlüğü, sıkıcı, güzel göstermeyen ve onu bir önceki yerdeki hayatını simgelen bir nesneydi. Yeni gözlük ise kendi tabiri ile "daha hafif, daha güzel gösteren" bir nesne. Kendini özgür hissettiren. Hayatta yeni şeylere ayak uydurmak zordur.

Film hakkında gerçekten çok şey yazmak istiyorum ancak yazarken derin konulara girip ana konudan sapmak istemiyorum ya da film hakkında spoiler vermek. Bu yüzden sevdiğim cümleleri yazıp burada son vereceğim ama açın ve izleyin. Beğeneceğinize eminim.

Sevdiğim Cümleler: (Aslında her cümleyi buraya yazmak isterim, çünkü bütün konuşmalar şiirsel. Hatta Amadeu'nun o mezuniyet konuşması... Ah)
  • No one dislike to be another person without being the orher person.
  • Sometimes, it's easier to speak to a stranger.
  • He was the godless pries
  • He didn't believe people should be in pain
  • We leave something of ourselves behind when we leave a place, we stay there, even though we go away. And there are things in us that we can find again only by going back there.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar