14 Şubat 2014 Cuma

The Spectacular Now



Orijinal Adı: “The Spectacular Now ”
Yapımcı Ülkesi (Country): ABD
Yapım Yılı ve Gösterim Tarihi: 2013 – 13 Eylül 2013 (ABD)
Türü: Romantik, Gençlik, Dram
Yönetmen: James Ponsoldt
Senarist: Scott Neustadter
Başrollerde: Miles Teller, Shailene Woodley, Kyle Chandler
Süresi: 92 dakika
IMDB Puanı: 7.5
Benim Puanım: 8.7



"It's fine to live in the now. But the best thing about now is that there's another one tomorrow."

(Elimden geldiğince spoiler vermeden değerlendirdim ve biliyorum cumartesi günleri film değerlendirme günleri ama biz onu cuma ya da cumartesi yapalım daha hoş olur.)
"Bilmiyorum." O kadar derinden vurmuştu ki bu kelime filmi izlerken ilk duyduğumda. Oysa bakışlardaki korku neler olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bulunduğumuz an, içinde bulunduğumuz an hayatımızın geri kalanının en genç yaşı ve biz zaman ilerledikçe geçmişte nasıl hissettiğimizi unutuyoruz. Yirmi yaşına girdiğimizde artık, on dokuz yaşın nasıl hissettirdiğini düşünmüyoruz. Olmayı istemediğimiz şeye dönüştüğümüzü gördükçe geleceğe dair olan umutlarımız birer birer sönüyor. Size ilk gönderimde demiştim ya hani, beni zamanla daha iyi tanıyacaksınız diye, işte bunlar okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler sayesinde olacak. Kendimi onları size anlatırken açacağım.

Her ne kadar filmin başında kendimi Sutter'dan çok uzakta görsem de, dakikalar ilerledikçe aslında beni izlemeye başladığımı fark ettim. Düşüncelerindeki kararsızlık, etrafında bulunan insanların yavaş yavaş olgunlaşmaya başlaması ve gelecek hakkında kaygılanmaya başlaması, gelecek hakkında planlar oluşturması ve bunun karşısında Sutter'ın ağzından çıkan tek bir kelime "bilmiyorum" ne kadar da beni anlatıyor dedim. Tamam konuyu bana çevirmeden filmi değerlendirmeye başlıyorum.

Sutter Keely on sekiz yaşında lise son sınıf öğrencisi. Türkiye'de fazla alışık olmadığımız ama izlediğimiz Amerikan yapımı filmlerden fazlasıyla aşina olduğumuz bir karakter. Okulun sevilen kişilerinden, partilerin can damarı (kendi tabiriyle) anı yaşamayı kendine felsefe edinmiş bir kişi. Taki düşünceleri, bir sabah tanımadığı birinin evinin bahçesinde bir kız tarafından uyandırılarak değişene kadar, Aimee  Finicky. Sutter'ın tam tersi olan bu kız ile kimimizin tabiri "kader" sonucu tanışmışlardı o sabah. Annesinin yaptığı gazete dağıtma işini üstlenmiş olan Aimee bulmuştu Sutter'ı geceden kalma halde, bir halde bahçenin ortasında ve Sutter için asıl macera buradan sonra başlıyordu.

Yazının başında bahsettiğim, olmayı istemediğimiz kişiye zamanla dönüşmek düşüncesi o kadar hakim ki filme, Aimee ile karşılaştığı sabah eve döndüğünde Sutter, annesi "Sometimes you remind me so much of your dad. (Bazen fazlasıyla babanı hatırlatıyorsun bana)" dediğinde yüzünü alan ifade ve gözlerini devirmesi her ne kadar babasını hatırlamıyor olsa da çevresinden aldığı izlenim sonucu pek de iç açıcı olmadığını biliyordu onun. Sutter, hayatta herkesin bir şeye sahip olduğunu düşünen tiplerden. Onun için birisi okulun en zenginidir, birisi en popüleri, birisi en sıkıcısı, birisi okçusu... Herkesin "bir şey"i vardır. Bir öğlen Aimee ile aralarında geçen muhabbet Sutter'ın yavaş yavaş yaşadığı hayatı sorgulamaya itmeye başlıyordu. 
Sutter: What's the story about you? (Senin hikayen ne?)
Aimee: About me? (Benim?)
Sutter: Yeah. (Evet)
Aimee: I don't really have any stories. (Benim pek hikayem yok.)
Sutter: But everyone's got a story. What's your thing? (Ama herkesin bir hikayesi vardır. Peki olayın ne?)
Aimee: I don't know, I'd like to think that there is more to a person than just one thing. (Bilmiyorum. Bir insanın birden çok şeyi olduğunu düşünüyorum.)
Sutter çalıştığı yerdeki patronu baba modelinde canlanıyor gözünde. Bir bölümde adamın Sutter'a "Seni durağanlıktan kurtaracak kişi olduğunu düşünmüştüm." dedikten sonra Sutter'ın hayatım pek de durağan değil lafına gülmesi fazla manidardı. Sanki yaşadığı hayatın, kendince beşinci viteste yaşadığı hayatın aslında durağanlık olduğunu ve gerçek şeylerin lise bittikten sonra başlayacağını biliyorcasına ve bu yollardan aynı şekilde geçmişçesine bir gülümseme. 

Sutter alkole kendini fazla kaptırıyor. Eski sevgilisi, onu terk eden Cassidy'i unutmak adına Aimee ile yakınlaşmaya başlıyor ama arkadaşına, aralarında bir şey olmayacağını söylüyor sürekli. Derslerden aldığı kötü notlar sonucunda Aimee'den onu çalıştırması için yardım istiyor ve birlikte çalışmaya başlıyorlar. Bu kısım filmin favori bölümlerinden birisi benim için. Bana göre birisini odana almak ona sırlarını açıklamak gibidir. Çünkü seni tamamıyla yansıtır odan. Türkçede de bir söz vardır ya, aslan yattığı yerden belli olur diye, o hesap. Aimee çok okuyan bir kızdır, sakin, bu yaşına kadar hiç sevgilisi olmayan, Amerikan gençlik filmlerinde görmeye alışık olmadığımız bir karakter. Okuduğu bilim kurgu çizgi romanlarından birinin içindeki karakteri çok seviyor ve onun resmini yapıp duvarına asıyor. Sutter'a bunun çok aptalca olduğunu söylediğinde onun verdiği cevap şimdiki gençler için en güzel öğüt bence. Birine benzemek yerine ne kadar aptal olursa olsun kendi sevdiğini yapmak yeni düşünceler katar dünyaya. "That's not stupid if you like it. (Eğer sen seviyorsan bu aptalca değil.)" Ardından ders çalışmaya başladıklarında istisnasız tüm lise öğrencilerinin yakınmalarını görüyoruz filmde. Bu benim işime ne yarayacak ki, kim gerçek hayatta üçgenin iç açılarını bilmek zorunda olsun ki?

Film ilerledikçe Sutter'ın Aimee hakkında düşünceleri değişiyor ama Cassidy'nin mesajları karşısında onu unutmadığını düşünüyor. Ancak Cassidy'nin gelecek hakkında yaptığı konuşma sonrasında yollarının tamamen ayrıldığını anlıyor. O anı yaşamayı düşünürken Cassidy gelecekten bahsediyor, kaygılarından, iyi bir hayatı olmasından. Bana göre filmin dönüm noktası bu, en azından Sutter'ın düşünce yönünden çöküntüye uğradığı nokta. Bu konuşmadan sonra Cassidy'nin yeni sevgilisi Markus, Sutter ile konuşmaya geliyor. Ona, nasıl onun gibi olacağını ve Cassidy'nin onu nasıl Sutter gibi sevebileceğini. Markus fazlasıyla başarılı bir karakter ve geleceği parlak olan bir öğrenci. Sutter onun içini rahatlatan şeyler söyledikten sonra Markus'un söylediği bir cümle kaldırması o kadar zor ki, aynı cümleyi duyduğum için emin bir şekilde söylüyorum bunu. "Herkesin düşündüğü gibi boş birisi değilsin." 

Sutter kendi kişiliğini bulmaya çalışırken bir yandan babası ile görüşmesini istemeyen annesine karşı geliyor ve babası ile görüşüyor. Umduğu gibi birisi çıkmaması üzerine aslında ne kadar da çok ona benzediğini fark ediyor. Bu kısma kadar filmi anlatmış gibi oldum mu bilmem ama önemli spoiler vermemeye çalıştım. Bundan sonrasını anlatmayacağım çünkü spoiler içerebilir sadece söylemek istediğim şu, her ne kadar izleyen bir kişi, gençlik aşk ve aile hayatı olarak algılasa da filmi bana göre kişilik oturmasından ibaret. Bana göre, hayatı gerçekten anlayan kişilerin asıl olmak istedikleri kişiden uzaklaşıp olmak istemediklerine doğru yöneldiğini gösteren bir film. Nedeni ise hiçbir zaman oraya ulaşamayacağını düşünmesi ama hayat hiçbir şey için geç değil. Başkalarına verdiği akıllıca öğütleri kendi için kullanmayan bir karakter önümüzdeki ve bir akşam yemediğinde Aimee'nin söylediği bir söz ile bitiriyorum değerlendirmeyi. "It's good to have dreams."

Sevdiğim Cümleler
  • I'd like to think that there is more to a person than just one thing.
  • That's not stupid if you like it.
  • The best thing about now, is that there's another one tomorrow.
  • Once you've actually talked to her, you see who she is.
  • It's good to have dreams.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar